Suruç’un 7. Yılında Hayalet(ler) ve Adalet

Başlerken: Marx’ın İki Hayaleti

Marx Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’indeki o meşhur pasajda şunu söyler:

Tüm geçip gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri alt-üst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerden hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar.[1]

 

Bu çağrı, sarılış, bürünüş, oynayış kaçınılmaz gibi görünüyor, ağır bir yükle, geçmişte yaşanan haksızlıkların doğrudan veya dolaylı şahidi olarak eyleniyor. Bu yüzden “hayaletlere ve hayaletlerle konuşarak” adalet mücadelesi veriliyor. Nihayetinde –Derrida’nın da dediği gibi- yaşamayı öğrenmek ancak ölümle yaşam arasında mümkündür; ölümle yaşam arasında salınırken yaşarız, yaşamayı ancak ölüm yoluyla, başkasının ölümü yoluyla öğreniriz. Bir canlı kendi ölümüne bakıp “İşte ben öldüm” diyemeyeceğine göre, bir başka canlı ölünce ancak “Ölüm varmış ve ben yaşıyorum işte” denilebilir.

 

Yalnız Marx’ın bilindiği üzere iki hayaleti mevzubahis, birbirinin arka sureti niteliğinde olan bu iki hayaletten biri yukarıdaki alıntı vasıtasıyla değindiğim geçmişin, geçmiştekilerin hayaletidir, “beşik kuran hayalet”tir. Ancak bir de meşhur “komünizm hayaleti” gibi gelecekten gelen, bırakalım ölmeyi henüz doğmamış olan hayaletler vardır. Adalet de tam işte böylesi, hayaletsi bir şey değil midir? Mahkeme salonlarından sokaklara, mezar başlarından meydanlara talep edilir, çağrılır, aranır, uğruna hayalet de olunur hatta o hep buradadır, kol gezer, dolaşır durur ama hep gelecekte bir yerlerdedir. “Yakınım öldü(rüldü)- geçmiş, adalet istiyorum- gelecek!”

 

Suruç’un Hayalet(ler)i

Geçmiş, gizli bir zaman dizini taşır; ona kurtarılma kapısını açan budur. Eskileri kuşatmış olan havanın soluğu bize değip geçmez mi? Kulak verdiğimiz seslerde, artık susmuş olanların yankısı yok mudur? Kur yaptığımız kadınların tanımadıkları kız kardeşleri olmamış mıdır? Böyleyse eğer, bizimle geçmiş kuşaklar arasında gizli bir anlaşma var demektir: Bu dünyada bekleniyorduk biz. Daha önceki her kuşak gibi biz de zayıf bir Mesiyanik güçle donatılmışız, geçmişin üstünde hak iddia ettiği bir güç…[2]

 

Haliyle hayalet çok kuvvetli bir şeydir, ölüm, tanıdık tanımadık başkasının ölümü çok kuvvetli bir şeydir. O soluk, o yankı, işte o anlaşma kaçınılmazdır. Ve bir şeye, birine isim koyulmuşsa artık o bir gün kayıp haline gelecek, size etik çağrısını yapacaktır. Ancak bu aynı zamanda siyasi bir çağrıdır ve geçmiş onu aşmakla, sahneyi yeni baştan kurmakla, veda edebilmekle de alakalıdır. Nihayetinde, yine Benjamin’e atıfla, “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur” ve tam da bir daha geri gelmemek üzere yitip giderken parıldayıverir.

 

Hak mücadelesi verenler belki de bu bahisle geçmişle gelecek arasında sıkışmış değil fakat salınan kimselerdir. Haklar mücadelesi hafızayla yakından ilişkilidir, yas çalışmasıdır, bir unutarak hatırlama, hatırlayarak unutma işidir. Adaletin peşinden koşmak ayak izlerini takip etmektir bir yandan. Fakat izdir takip edilen, geçmişin kendisi değil izi. Aksi türlüsü olursa yol “fars”a, “düzenin kutsal falanksına” sıkıca tutunmaya, galip gelenle bir nevi duygudaşlığa çıkar. Hayalet karabasan gibi çöküp, hareketsiz bırakıp felçli hale de sokabilir, tam aksine harekete geçirip belki elinizde oyuncaklarla yollara da düşürebilir, elinde oyuncakla göçüp giden fakat bir türlü gitmeyen kayıpların yolunda tam 7 yıl ve daha nice 7 yıllar boyu mücadele de ettirebilir.

 

Sonsuzluk ve 7 Yıl

Ne demişti Benjamin evvel zaman içinde: “Geçmiş, gizli bir zaman dizini taşır (…)” Geçmiş, bir taraftan da kendisine doğru değil, geleceğe doğru bir sıçrayışla alakalıdır. Tam da kayıp giderken elimizden o şey her ne ise o sırada gelir yerleşir. Kalınmadan gidilemez. Yaşamadan ve haliyle iz bırakmadan ölünemez. Bu yüzden kayıplarımız belli bir zamana değil, her zamana ve hiçbir zamana kaydolurlar. Mevzubahis olan 7 yıl mı yoksa sonsuzluk mu, anlamak imkânsızdır artık.

 

Bundan 7 yıl evvel Suruç’ta 33 kişi yaşamını yitirdi, kalarak gittiler. Bizler, geride kalanlar, tanıdık tanımadık yakınlar da onları yitirdik. 33 cenaze toprağa gömüldü. Hepsinin izi kaldı. Artık geçmişimizde bu vaka var. Bir kere oldu, kazındı, yaraladı, nüfuz etti. Tarihte, hafızalarda yerini aldı. Ancak elbette adalet mücadelesinde de yerini aldı. Nihayetinde 33 kişi katledildi. Yaşamaktan, yaşam hakkından mahrum bırakıldı. Geride kalanlar elleri kolları bağlı, adeta karabasan basmışçasına oturacak değildi.

 

Nitekim yaşam hakkı elinden alınmış 33 kişinin ardından, yaşayan ve yaşamayanlar için adalet isteme bahsi açıldı. Suruç İçin Adalet Platformu kuruldu, avukatlar, aktivistler, yakınlar, duyarlı pek çok kişi devreye girdi. Sadece mezar başında anmalarla yetinilmedi. Neticesi tahmin edilse de davalar takip edildi. Mahkemenin tutumuna, AYM’nin verdiği karara karşı tepkiler gösterildi. Katledilen 33 kişinin ardında kalanlar kendi çağının, şimdinin insanı olamadı, olamıyor. Sonsuzluk ve 7 yıl kadar devam eden bir adalet mücadelesinin peşinde koşuyorlar, koşacaklar, koştular, hayaletle ve hayalete konuştular. Yaşamını yitiren kişinin sadece etik değil, aynı zamanda siyasi olan çağrısına icabet ettiler. Rancière’in bahsini ettiği tarzda, “başkası”nın davası uğruna, siyasi, haliyle hukuki özne haline geldiler. Neticede başkası, öldürülen o “başka” canlıdan geriye kalan iz, tortu bizatihi etiğin de siyasetin de sonsuzluk ve bir gün kadar bir süredir kalbinde yatıyor.

 

Bitirirken: Hayal-et

Hangimiz geriye dönmek ölüleri geri döndürmek, Suruç’ta ve başka pek çok katliam mahallinde ölenleri yeniden yaşatmak istemez. Angelus Novus, tarih meleği de istemedi mi bunu! Ancak o bile yapamaz; kanatları çoktan açılmıştır, yüzü geçmişe dönük olsa da kanatlarından geleceğe doğru çekilir. Gelecek denilen de sadece içine çekildiğimiz, geçmişten kendisine fırlatıldığımız bir şey değildir. Aynı zamanda geçmişten devrolan, önümüze düşen parçalarla inşa ettiğimiz bir şeydir de.

 

Haliyle sorular var önümüze düşmüş, yine geçmişten devrolunan. Bir kez daha sormak isterim haddim olmayarak: Şimdi biz, (hayaletlerle) yaşayanlar, zafer alayında doğrudan veya dolaylı yerimizi mi alacağız, yoksa “Suruç için (de) adalet” deyip zafer alayını temkinli bakışlarla uzaktan mı izleyeceğiz? “Bendedir korkusu biten şeylerin” deyip, elimiz bağrımızda veya değil öylece duracak mıyız yoksa gerçek olağanüstü halin, gerçek adaletin peşinde mi koşacağız? Yani ah diyerek veya değil, atalete kapılmak mı, hayal etmeyi bırakmamak mı? Suruç’ta kaybettiğimiz 33 kişiden feyzlenerek yola çıkmak mı yoksa durmak veya geri dönmek mi?

 

Hangi soruya kim ne cevap verirse versin, “[v]ar olmasalar bile, henüz yoksalar da, oradadırlar hep, oradadır hayaletler.”[3]

 

[1] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire, Çeviren Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020, s. 30.

[2] Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Walter Benjamin Kitabı-Seçme Yazılar, Hazırlayan ve Çeviren Tunç Tayanç, Dipnot Yayınları, Ankara, 2018, s. 475.

[3] Jacques Derrida, Marx’ın Hayaletleri-Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal, Çeviren Alp Tümertekin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2019, s. 262 ve 263.

 

Görsel: EVRENSEL

Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde genel kamu hukuku- insan hakları alanında yüksek lisans yaptı. Şu anda aynı program kapsamında doktora çalışmalarına devam etmektedir. 2011 yılından beri İstanbul Barosu’na bağlı olarak avukatlık mesleğini icra etmektedir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında, hapishaneler, ayrımcılık, kadın, LGBTİ+ ve mülteci hakları üzerine gönüllü ve profesyonel çalışmaları olmuştur. “Leviathan’dan Neoleviathan’a Suç Ceza Hapsetme” isimli bir kitabı bulunan ve çeşitli dergilerde ve kitap derlemelerinde yazıları yayınlanmış olan Duman’ın temel ilgi alanları eleştirel hukuk felsefesi, devlet kuramları, psikanaliz, suç ve ceza politikaları, feminizm ve queer teoridir.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.