“Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin Düşündürdükleri

Madde 10 – İfade Özgürlüğü

  1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

  2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. Maddesi yine ülke ve Meclis gündeminde. Zira AKP ve MHP milletvkilleri tarafından 2/4471 esas sayılı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis Başkanlığı’na sunuldu ve bugünlerde Adalet Komisyonu önünde.

 

Söz konusu değişiklik metni bir süredir gündeme getiriliyor olsa da mesele ifade özgürlüğü ve sosyal medya olduğunda aslında hükûmet özelinde Gezi sürecinden bu yana gitgide kalınlaşan bir çizgiyi takip edebilmek mümkün. Gezi günlerinden beri hükûmetin sosyal medyayı denetim altına alarak eleştiri kanallarını kapamak istediği açık ve bu amaç uğruna hukuku araçsallaştırdığı da bilinen bir gerçek. Bu bağlamdaki son yasal değişiklik 29/07/2020 tarihli ve 7253 sayılı Yasa[1] ile yapılmıştı. İfade özgürlüğünün hukuki kavramlarına başvurmak gerekirse, getirilen hükümlerin kanunilik, meşru amaç ve demokratik toplumda gereklilik kriterlerini karşılamak bakımından eksiklerinin olduğu, özellikle “chilling effect” [caydırma etkisi] ve “public watchdog” [kamu adına nezaret] kavramlarının gerekliliklerini yerine getirmediği, insanları fişlenme riskiyle karşı karşıya bıraktığı gibi eleştiriler hâlâ geçerli. Ancak söz konusu yasaya karşı soyut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurulmuş ve 01/10/2020 tarihli Genel Kurul görüşmeleri sonucunda iptal davasının esastan incelenmesine karar verilmiş olsa da aradan geçen neredeyse iki yıllık sürenin ardından AYM’den herhangi bir karar çıkmış değil.[2]

 

Mevcut teklifin de aynı kriterler bakımından sorunlu olduğunu söylemek zor değil. Hatta teklifin 29. Maddesi ciddi bir tehlike barındırıyor. Öngörülen hüküm, özellikle eleştirel siyasi içerikleri hedef almak için hükûmete muazzam bir araç sunuyor ve bu aracın mevcut siyasi-hukuki iklimde muhalefetin sesini biraz daha kısmak amacıyla kullanılmayacağını söylemek için hiçbir sebep yok. Hüküm aynen şöyle:

MADDE 29- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 217 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.

“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma

 

MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

 

(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

 

Meclis ve AYM gibi haklarımızı korumak ve geliştirmekle mükellef demokratik kurumların eleştirel söylemlerde bulunanları hapis cezasıyla karşılaştıracak kadar kendi fonksiyonlarını inkâr etmeleri bize ne düşündürmeli? Bu konuda Anayasa’nın 5. Maddesini hatırlamak yol gösterici olabilir:

Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

 

Sadece bu madde, iyi bir demokrasinin birçok unsurunu gösteriyor aslında. En basit anlatımıyla devlet denilen soyutlama, maddi tezahürleri olan organları ve görevlileri aracılığıyla insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için çalışmakla görevlendirilmiştir ve devletin amacı da budur. İnsan haklarına dayalı devlet anlayışı da esasında “özgürlüklerin ifade ettiği durumların sürekli yaratılması[3] için var olan devleti niteler. Tabii bu yönde sonuç alınması, ancak “insan haklarının bilgisiyle donatılmış, insan olma bilincini edinmiş” kişilerin mevcudiyetiyle mümkündür.[4] Bu kişiler de yasama organı özelinde milletvekillerine denk düşer.

 

Milletvekillerinin hak kültüne dair bilinçleri ve ifa ettikleri yasama fonksiyonuna sahip çıkma arzuları söz konusu olduğunda Saruhan Vekili Reşat Bey’i hatırlamak aydınlatıcı olabilir. Reşat Bey, 1924 Anayasası görüşülürken Cumhurbaşkanına Meclisi fesih yetkisi verecek düzenlemeye karşı duran vekillerden biridir ve Reşat Bey, bugün için birçok milletvekilini hayrete düşürebilecek itirazını şu cümlelerle dile getirir:

Kanaat-i kat’iyem şudur ki, farz-ı muhal olarak Allah Reisicumhur olsa, kat’i arzediyorum. Hâşâ… Melaike-yi kiram (büyük melekler) Heyet-i Vekile olsa, fesih salahiyetini verecek olan yoktur.[5]

 

Anayasa tarihimizde benzer arzuları gösteren bir başka örnek de 13/04/1961 tarihli Temsilciler Meclisi tutanaklarında bulunabilir. Bu tarihte Meclis’te anayasa tasarısı görüşülmekte ve basın özgürlüğüne ilişkin madde özelinde yayın yasağı ile gazete ve dergilerin kapatılması yetkisi üzerinde tartışılmaktadır. Dönemin milletvekillerinden Altan Öylem “Herhangi bir suiniyetli bir iktidarın kapatma usûlünü yürürlüğe koymak suretiyle baskı yapması ihtimali bertaraf edilmemiştir.”[6] diyerek gazete ve dergilerin kapatılması yetkisine itiraz ederken Esat Çağa da “Milli güvenlik dediğiniz zaman, boş bir çuval gibi, bunun içerisine neyi isterseniz sokabilirsiniz.”[7] sözleriyle mevcut teklifte de yer verilen ülke güvenliği, kamu düzeni gibi kavramların, muktedirlerin hak ihlallerini meşrulaştırmak adına arkasına sığındığı soyutlamalar olduğu ve bu tür manevraların son derece kaypak bir zeminde yapıldığı gerçeğini ortaya koymuştur.

 

Örnekler pekâlâ çoğaltılabilir ancak söylemeye çalıştığım şey anlaşılmış olsa gerek. Komisyon aşamalarını çabucak geçerek Meclis’in önüne gelen ve herhangi bir demokratik tartışmaya konu olmamış ve bundan sonra da olması pek muhtemel görünmeyen yasa teklifi karşısında başka bir dünyanın mümkünlüğünü görmek insanı hayrete düşürüyor. Tabii bu hayret duygusunun arkasında vasat olana alışmış olmak da var. Zira uzun bir süredir yasama pratiklerinde demokrasiye rastlamak güç.

 

Kısacası bugün olan şu: Meclis’te bizim adımıza bulunanlar, bizim sesimizi kısmak için anti-demokratik bir çaba içerisindeler. Yasalaşması pek muhtemel bu teklif, mevcut siyasi-hukuki iklim de düşünüldüğünde, daha fazla gazeteci ve sosyal medya kullanıcısının sırf muhalif görüşleri nedeniyle soruşturma ve kovuşturma geçirmesine, anonim hesap kullanıcılarının fişlenmesine, bugüne kadar elde kalan özgürlüğün bir nevi sığınağı olan sosyal medya platformalarının kapatılmasına ve başka birçok şeye yol açabilir nitelikte. Ve tüm bunlar olurken haklarımızı bizzat bizden aldıkları yasama yetkisiyle gasp etmeye çalışan milletvekillerine karşı haklarımızın teminatı olması gereken Anayasa Mahkemesi, yaklaşık iki yıldır konu hakkındaki sessizliğini bozmadığı gibi bundan sonra da olan bitene gözlerini kapayabilir.

 

Tüm bu değerlendirmelerin yanında genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen öncesinde olduğumuzu ve bugüne kadar benzer nitelikteki her değişikliğin hükmetme gücünü elinde barındıranlarca lehte oy toplamak için araçsallaştırıldığını unutmamak gerek. Dolayısıyla mevcut teklifin, yasalaşması hâlinde, önümüzdeki seçimler için hükûmetin ciddi bir siyasi aracı hâline gelmesi neredeyse kaçınılmaz.

 

Burada “Niçin?” sorusunu sormak gerekebilir. Bu soruyu soranlardan filozof ve anayasa hukukçusu Ronald Dworkin, “Niçin Hakları Ciddiye Almak?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:

Haklar kurumu, çoğunluğun, azınlıklara vermiş olduğu, onların saygınlık ve eşitliğine saygı gösterileceği sözünü temsil eder… İdareciler, bir azınlığın taleplerinin pek çoğuna katılmayacaklardır. Bu onların kararlarını ciddiyetle almalarını, daha da önemli kılar… Eğer Yönetim hakları ciddiye almıyorsa, bu durumda hukuku da ciddiye almıyor demektir.[8]

 

Bu bağlamda hukuka dönerek devletin yapması gerekenin; pozitif yükümlülükleri kapsamında internet ortamındaki ifade özgürlüğünü güvence altına alacak nitelikte tedbirler alması ve bu amaç doğrultusunda mevcut yasaları internette şiddete ve istismara maruz kalan kişileri korumak için etkili bir biçimde uygulaması, ifade özgürlüğü hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının gereklerini yerine getirmesi, başta 5651 sayılı Yasa olmak üzere terörle mücadele ve hakarete ilişkin mevzuatında değişiklik yapması, ayrıca kolluk kuvvetleri bünyesinde ilgili yasalar, toplumsal cinsiyet eşitliği ve çevrimiçi şiddet ile istismar konusunda kapasite geliştirme ve eğitim faaliyetlerine yatırım yapması ve çevrimiçi şiddet ile istismara maruz kalan kişileri desteklemesi gerektiğini hatırlatmayı görev bilirim.[9]

 

Ezcümle, demokrasinin ancak ona sahip çıkanların yönetilme biçimi olduğunu unutmadan, bizden almış oldukları yasama yetkisiyle bize ait olanı gasp etmeyen bir yasama organı ve “Ankara’da hâkimler var” sözünü hak eden bir anayasa yargısına kavuşabilmek dileğiyle…

 

Görsel: Taimoor Azam

 

[1] TBMM (2020) “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, https://www5.tbmm.gov.tr/kanunlar/k7253.html, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[2] AYM (2020) “1 Ekim 2020-Genel Kurul Gündemi ve Sonuçları”, https://www.anayasa.gov.tr/tr/mahkeme-gundemi/genel-kurul/1-ekim-2020-genel-kurul-gundemi-ve-sonuclari/, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[3] İonna Kuçuradi, “İnsan Haklarına Dayalı Anayasa veya Devlet Kavramı”, Anayasa Yargısı Dergisi, C. 8, 1991, s. 139, https://ayam.anayasa.gov.tr/media/6402/kucuradi.pdf, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[4] Kuçuradi, a.g.e..

[5] Gözübüyük ve Sezgin, 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, Ankara, s. 185-188’den aktaran Murat Sevinç (2017) Türkiye’nin Anayasa İmtihanı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 27.

[6] TBMM (1961) T.C. Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, Cilt 3, B. 44, s. 178, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TM__/d00/c003/tm__00003044.pdf, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[7] TBMM, a.g.e., s. 187.

[8] Ronald Dworkin (2007) Hakları Ciddiye Almak, Çev. Ahmet Ulvi Türkbağ, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, s. 248.

[9] Uluslararası Af Örgütü (2020) “Türkiye: Sosyal medya düzenlemesi, internet ortamındaki ifade özgürlüğüne yönelik büyük bir tehdit”, https://amnesty.org.tr/icerik/turkiye-sosyal-medya-duzenlemesi-internet-ortamindaki-ifade-ozgurlugune-yonelik-buyuk-bir-tehdit, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

2021 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamladı. Hâlihazırda Ankara Barosuna bağlı olarak avukatlık yapmakta. Temel ilgi alanları arasında ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyet ve çevre hukuku bulunmakta.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.