Toplumsal Adalet Talebinin Bir Ekseni Olarak Konut Hakkı

Konut hakkı, hem TC Anayasası’nda hem de Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde vurgulanan temel bir insan hakkıdır.[1] Bu hakkın nasıl tesis edileceği, adil erişiminin nasıl sağlanacağı ve nasıl güvence altına alınacağına dair detayları içermese de TC Anayasası’nın 57. Maddesi şöyle der: “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” Birleşmiş Milletler Konut Hakkı Raportörlüğü ise konut hakkını “yaşamaya elverişli konut hakkı” olarak genişletiyor ve sürdürülebilir, insanlık onuruna yakışır bir yaşam için konutun gerekli koşullarını tanımlıyor. Bu koşulların neler olduğunu ve toplumsal adalet ile ilişkisini ele almadan önce günümüzde konutun nasıl bir anlam taşıdığını tartışmakta fayda var.

 

Konut Sorununu Tanımlamak

Özellikle COVID-19 pandemisinden sonra konuta erişim küresel boyutta bir sorun haline geldi. Tecrübe edilen durumun yaygın ve derinleşen bir konut sorununa işaret etmesi, bu sorunun bir konut krizi olarak tanımlanmasını sağladı. David Madden ve Peter Marcuse, Konutu Savunmak başlıklı zihin açıcı çalışmalarında “kriz” kelimesine bir parantez açarlar ve konut krizi tanımının neden dikkatli kullanılması gerektiğini analiz ederler.[2] “Kriz” kelimesinin olağanüstü bir durumu tarif ettiğini ve aslında “ezilenlerin” her daim bu krizi tecrübe ettiğini ifade ederler. Yani konut sorunu toplumun dezavantajlı hâle getirilmiş grupları için hep adaletsizliğin bir boyutu olmuştur. Diğer yandan kriz ifadesinin, zaten düzgün işleyen bir sistemin içindeki münferit bir arıza olduğu algısını oluşturduğunu söylerler. Konut zaten hiçbir zaman toplumsal adaleti önceleyen biçimde sunulmamıştır ve adeta devletler için kapitalist mekânsal gelişmenin kullanışlı bir aparatı olagelmiştir. Dolayısıyla konut, her ne kadar bir hak olarak tanımlansa da temel ihtiyaç ve kullanım değeri odağından çıkarak değişim değerinin öne çıktığı, finansallaştırılan, bir tür ayrıcalık hâlini alan bir meta olmuştur.

 

Devletlerin konut hakkını tanıması ile konuta gerçekten herkesin erişimini sağlaması arasında doğrudan bir ilişki olmadığını söyler Madden ve Marcuse.[3] Dahası, konut hakkının sistemin işlerliğini sağlamak ve meşrulaştırmak için kullanıldığını vurgularlar. Bunu, Türkiye’deki konut projelerinin işleyişinde görebiliriz. Örneğin Sulukule Kentsel Yenileme Projesi, mahallenin daha yaşanabilir şartlara kavuşması gerekçe gösterilerek önerilmişti. Projenin “temizlik” vaadi elbette eski binaların yıkılıp yenilerinin inşa edilmesiyle sınırlı kalmadı. Sulukule halkı zorla tahliye edildi ve onlara İstanbul’un çeperindeki Kayabaşı’nda inşa edilen TOKİ konutlarından ev sahibi olma “şansı” verildi. Bir şenlik gibi sunulan kura çekilişleriyle konut edindirilen mahalleli “steril” evlere kavuşmuş oldu ama Sulukule’de mekânda örülen dayanışma ilişkilerini, geçimliklerini kaybetti; konut harcamaları borçlanmalarına sebep oldu. Yani devletin konut edindirme hamlesi sonucunda Sulukuleliler konut sorununun yarattığı psikolojik ve maddi yüklerle baş başa kaldı. Türkiye’deki konut üretim pratiğinde Sulukule istisna değil elbette. 2000’lerde yükselen kentsel dönüşüm dalgasının özellikle yoksul mahallelerde konut hakkını nasıl ihlal ettiğini, insanları içinden çıkılmaz yoksulluk sarmalına sürüklediğini, sosyal ve psikolojik etkilerinin ne denli çarpıcı olduğunu biliyoruz. Bütün bu pratikleri analiz etmek, başımızı sokacağımız bir çatının ötesinde konutun diğer sosyal haklarla da ilişkisini kurmak, konuta erişim problemlerinin yarattığı adaletsizlikleri bir bütün olarak kavrayabilmek açısından önemli.

 

Konut Hakkı ve Toplumsal Adalet İlişkisi

Peki, konutun dört duvar, bir çatıdan ibaret olmadığını savunurken ne ifade etmeye çalışıyoruz? BM’nin tanımladığı “yaşamaya elverişli konut hakkı” kavramı bu noktada önemli bir çerçeve ortaya koyuyor. Kurum, insanlık onuruna yakışır bir yaşam sürmeyi mümkün kılacak konut için gerekli yedi koşulu şöyle tanımlıyor:

 

  • Kullanım Hakkının Yasal Güvenliği: Zorla tahliyelere karşı ve tehditleri, tacizleri, ayrımcılığı bertaraf etmek adına hanelerin güvenli kılınması. Bu madde, konut hakkının sadece mülkiyet hakkı çerçevesinde değerlendirilmemesi gerektiğini, mülk sahibi olmayanların da konutta güvende, aidiyet hissiyle yaşamaya hakkı olduğunu belirliyor.
  • Kentsel Hizmetlerin Kullanılabilirliği: Temiz içme suyu, elektrik, güvenli ve konforlu ısınma gibi birçok hizmete eşit erişimin olması.
  • Ödenebilirlik: Konut harcamasına ayrılan payın hanehalkı bütçesini sarsmaması, öyle ki hanelerin diğer ihtiyaçlarına yeterli bütçeyi ayırabilmesi. Buna göre hanehalkı bütçesinin en fazla yüzde 30’u konut masraflarına ayrılmalıdır.
  • Yaşanabilirlik (Oturulabilirlik): Konutun sunduğu fiziksel nitelikler. Yeterli şekilde havalandırılabilen, güneş ışığı alan, rutubet sorunu olmayan, balkon gibi açık alanları bulunan, kısacası fiziksel ve ruhsal sağlığımıza iyi gelen bir konut.
  • Erişilebilirlik: Engelliler, yaşlılar, kadınlar, çocuklar gibi dezavantajlı grupların spesifik ihtiyaçlarını gözeten, sağlıklı ve konforlu şekilde yaşamasına imkân veren konut, konut çevresi; örneğin bir apartmanda asansörün bulunması veya bir çocuğun yürüme mesafesinde oyun parkına ulaşabilmesi gibi.
  • Konum: Konutun sağlık hizmetlerine, okullara, istihdam olanaklarına, sosyal tesislere kolay erişilebilir konumda olması. Diğer yandan sağlam olmayan zeminlerde veya sağlık hakkını tehdit eden kirli bölgelerde (sanayi alanları gibi) inşa edilmemeleri gerektiğinin altı çiziliyor.
  • Kültürel Elverişlilik: Konutun, bulunduğu çevrenin kültürel kimliğine ve yaşam biçimine uygun şekilde inşa edilmesi. Yani inşaatta veya mimarlıkta modern tekniklerin kullanılmasının konutun kültürel boyutunu arka plana atmaması gerektiği ifade ediliyor.

 

Bu kriterler elbette her ülkedeki yaşam standartlarına, alışkanlıklara, ihtiyaçlara göre değişebilir. Fakat yaşamaya elverişli konut hakkı kavramı, konutun bir inşaat ürünü olmasının ötesinde toplumsallığına vurgu yapması açısından önemli bir tartışma zemini oluşturuyor. Konutun, ayrıcalıklı kesimler için sürekli kazanç elde etmenin bir aracı haline gelirken toplumdaki alt gelir grupları ve dezavantajlı hâle getirilmiş gruplar için de nasıl bir adaletsizlik sarmalı oluşturduğunu anlamamızı sağlıyor. Örneğin, mülteciler konut işlevi bile olmayan, tuvaletle mutfağın yan yana bulunduğu, rutubetli bodrumlarda, depreme karşı güvensiz binalarda yaşamak zorunda kalıyor. Bu mekânlarda yaşamak zorunda bırakılmaları astım gibi göğüs hastalıklarına yakalanmalarına sebep oluyor ve sağlık hakkına erişimlerinin de sorunlu olmasından ötürü yaşamlarına içkin kırılganlığı büyütüyor. Deprem İstanbul’daki en acil gündem olmasına rağmen kentte depreme dayanıklı binaların sayısının oldukça az olmasının yanı sıra bu binalara kentte yaşayan herkesin ekonomik olarak erişimi bulunmuyor. LGBTİ+’lar sırf kimliklerinden ötürü henüz ev arama sürecinde ayrımcılığa maruz kalıyor ve sonunda ihtiyaçlarına karşılık gelmeyen, sağlıksız konutlarda yaşamak zorunda bırakılıyor. Engelliler, kent merkezinde -kamusal denetim eksikliği ve hızlı inşaat döngüsünden dolayı- fiziksel erişilebilirliğin tam sağlandığı binalar inşa edilmediği için çeperlerde yaşamak zorunda kalıyor ve ulaşım araçları, kaldırımlar, sokaklar gibi temel kentsel altyapının erişilebilir ve güvenli olmamasından ötürü kentte güvenle hareket etmeleri engellenmiş oluyor. Diğer yandan konutun anlamını yalnızca ev olarak değil aynı zamanda barınma ihtiyacını karşılayan mekânlar olarak kabul edersek dezavantajlı gruplar çoğalıyor. Son dönemde Barınamıyoruz Hareketi ile yurtlara erişim ve barınma sorununu gündeme getiren öğrenciler konut sorununun eğitim hakkıyla doğrudan ilişkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Sonuç olarak konut sorunu, toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesine sebep olarak adaletsizliği katmerlendiriyor.

 

Yeni Tür Bir Kutuplaşma: Kiracı ve Ev Sahibi

Günümüzde kiracılık, konut sorununun en can alıcı gündemlerinden biri. Şüphesiz ki kiracılar, artık kırılgan bir toplum kesimi. Konut sahipliği nasıl bir teminat, yatırım, güvence olarak görülüyorsa kiracı olmak da bir tür güvencesizliği beraberinde getiriyor. Geçicilik hâlinin, kalıcı olamamanın, keyfi uygulamalara maruz kalmanın yarattığı bir güvencesizlik var kiracılıkta. Öyle ki ev sahibi olmanın temel motivasyonlarından biri “kiracılıktan kurtulmak.”

 

Ekonomik kriz ortamında kira fiyatlarının giderek yükselmesi ve ev sahipliği oranı düşerken kiracılığın artması,[4] konutun ödenebilirliği tartışmasını gündeme getirmesinin yanı sıra kiracılar ve ev sahiplerini karşı karşıya getiriyor. Ev sahipleri konutunu “değerinin altında” kiraya vermek istemezken kiracılar mevcut gelirleri ile karşılayabilecekleri kiralık konut bulmakta zorlanıyor. Bu iki grubun gerilimi aynı zamanda kiralık konut sorununun ev sahipleri ile kiracıların anlaşmasıyla çözüleceği yanılgısını yaratıyor. Sorunun asıl muhatabı olması gereken devletin yükümlülükleri gündem edilmiyor. Çünkü konut sorunu enflasyon gibi müdahale edilmesi imkânsız görünen sebeplere bağlanıyor. Bu bakış açısı, sorunu dışsallaştırarak devletin adil bir konut politikası bulunmadığı gerçeğini gizliyor. Diğer yandan, devletin konut sorununa önerdiği çözüm ise bireyleri konut alımına yönlendirmekten ibaret. Bu yaklaşımın altında adeta “Ancak bir konut sahibi olursanız konut sorunu yaşamazsınız” düşüncesi yatıyor.

 

Öyle görünüyor ki konut sorunu ödenebilirliğe hapsedilmiş durumda. Bu durum sorunun muhataplarını konutun niteliği, sunduğu imkânlar, ulaşılabilirliği, erişilebilirliği gibi diğer tartışmaları yürütmekten alıkoyuyor. Halbuki konut hakkı ödenebilirlikten çok fazlasını ifade ediyor ve çok fazlasını talep etmemizin bir dayanağı. Madden ve Marcuse, konut hakkının soyut ve gerçekleştirilemeyen bir hak olarak kalma tehlikesine karşın sürekli talep edilmesini, konut krizinin görmezden gelinmesine karşı bir mücadele yöntemi ve somut adımların atılmasına dair itici güç olabileceğini iddia ediyor.[5] Kısacası, bütçemize karşılık gelen konuta razı olmamız gerektiği varsayımı yerine insanlık onuruna yakışan bir yaşam sürmek için gerekli nitelikleri barındıran konutlara erişimin bir hak olduğu fikrini yaygınlaştırmamız gerekir. Konut hakkı talebini örgütlemek ve çoğaltmak, sistemin sorunlarını ifşa etmek ve sistemi değiştirmek için önemli bir başlangıç noktasıdır.

 

[1] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde yer alan “konuta saygı hakkı” kapsamında konut, bireyin “yeterli ve devam eden” bağları bulunan yerler olarak geniş bir bağlamda ele alınıyor. Yani buna göre, örneğin, öğrenci yurtları veya otel odaları da konut işlevini gören barınma mekânlarıdır.

[2] Madden, D., Marcuse, P. (2021). Aşırı Metalaşma Çağında Konutu Savunmak, Çev. Geniş, Ş. İdealkent Yayınları. s. 15-17.

[3] Madden ve Marcuse, a.g.y., s. 177-179.

[4] Ev sahipliği hem devlet tarafından yönlendirilen hem de toplumsal olarak arzulanan bir seçenek olmasına rağmen TÜİK verilerine göre 2006’da yüzde 60,7 olan konut sahipliği oranı 2020’de yüzde 57,8’e geriledi. 2014 yılında yüzde 22,1 olan kiracı oranı ise 2020’de yüzde 26,2’ye yükseldi. Bkz. Euronews (2022). “Konut satışındaki artışa rağmen ev sahipliği oranı düşüyor, kiracılar artıyor”, https://tr.euronews.com/2022/04/28/konut-sat-s-ndaki-art-sa-ragmen-ev-sahipligi-oran-dusuyor-kirac-lar-art-yor, [Erişim Tarihi, Temmuz 2022]. Buna karşın İstanbul Planlama Ajansı’nın 2022’de yayımladığı araştırmada 2021 yılında yeni kiraya çıkanların 2020 ve öncesinde kiraya çıkanlara göre % 66,2 oranında daha yüksek kira bedeli ile karşılaştığı belirtiliyor. Bkz. İstanbul Planlama Ajansı (2021). Konut Sorunu Araştırması: İstanbul’da Mevcut Durum ve Öneriler. İstanbul: Kültür A.Ş., https://ipa.istanbul/wp-content/uploads/2021/09/IPA_KONUT_REHBERI-web.pdf, [Erişim Tarihi, Temmuz 2022].

[5] Madden ve Marcuse, a.g.y., s. 179.

2011 yılında MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden mezun oldu. MSGSÜ Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Arkitera.com’da editör olarak çalıştı. Mekanda Adalet Derneği’nde beyond.istanbul yayınlarının editörlüğünü yaptı. 2019’dan bu yana Kentsel Politikalar Programı Sorumlusu olarak çalışmaya devam ediyor.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.