2021 Kasım ayında yayın hayatına başlayan İnsan Hakları Okulu: Blog kendisini insan hakları alanına dair alternatif ve eleştirel bir kamusal tartışma platformu olarak tarif etmişti. Blog, geçtiğimiz bir sene içerisinde insan hakları tartışmalarının kamusal görünürlüğünün insan hakları savunucuları ve vatandaşlar aleyhine günbegün kısıtlandığı bir Türkiye’de, hak savunuculuğunu güçlendirmeye dönük kuramsal tartışmalara ev sahipliği yaptı. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunması umulan bu hatta, ulusal ve uluslararası insan hakları gündemi takip edilmeye çalışıldı. 2022 senesinde gerçekleştirilen “İnsan Haklarında Kriz”, “Uluslararası İnsan Hakları Mekanizmaları”, “Türkiye’de Sosyal ve Ekonomik Hak Mücadeleleri” ve “Türkiye’de Hak Mücadelesi Pratikleri” başlıklı dört yuvarlak masa toplantısı kuramsal ama aynı zamanda pratik sorunların ele alındığı bir izlek oluşturdu Blog okuyucuları için.
Öte yandan, geçtiğimiz bir sene içerisinde dünyanın dört bir yanında gözlemlenen insan hakları ihlalleri, yeni başlayan ya da süregiden savaşların ya da savaş tehditlerinin gölgesinde insan hakları sorunlarına bütünsel yaklaşımın gerekliliğini bir kez daha gündemimize getirdi. 27-28-29 Aralık tarihlerinde çevrimiçi gerçekleşen “Savaş ve İnsan Hakları Konferansı”, böyle bir ihtiyaca yanıt olması amacıyla tasarlanmıştır.
Konferansın ilk günü Feray Salman’ın İnsan Hakları Okulu: Blog’un çalışmalarına ve konferansın çerçevesine dair açılış konuşmasını “İnsancıl Hukuk Üzerine” başlıklı ilk oturum takip etti. Emel Ataktürk’ün moderatörlüğünde, insancıl hukukun ilkeleri ve barış hakkı ile adli tıp disiplinin insancıl hukuk özelinde sorumluluğu, sırasıyla, Hüsnü Öndül ve Ümit Biçer tarafından tartışmaya açıldı. Hüsnü Öndül, insancıl hukuk tartışmalarının Türkiye insan hakları savunucuları için önem kazandığı 1990’lardan günümüze kadar çizdiği hat aracılığıyla, insan hakları savunucularının ihtiyaç duyduğu insancıl ilkelerin tanımlanmasına ve uygulanmasına dair akademik ilginin sınırlılığına dikkat çekti. Öndül konuşmasına, bir yandan insan hakları kuramının ihtiyaç duyduğu bütünsel yaklaşıma öte yandan böylesi bir yaklaşımı mümkün kılacak iletişim zemininin barış hakkına dair üreteceği sözün imkanına vurguyla devam etti. 2016 senesinde bir kanun hükmünde kararname ile uzaklaştırıncaya kadar akademi içerisinde insan hakları alanında adli tıp disiplinin sorumluluğuna dair atılan pek çok adıma öncülük eden Ümit Biçer ise konuşmasında 1996’dan günümüze dek yer aldığı çalışmalar çerçevesinde adli tıp uzmanı olarak tanıklıklarını ve bu tanıklıklar temelinde adli tıbbın sorumluluklarını ele aldı. Biçer’in, insancıl hukukun yalnızca savaş koşullarının değil barışın kalıcılaşması için de önemini gözler önüne seren konuşması, Öndül’ün tarihsel ve kültürel bağlamı esas alan sunumunu tamamlayıcı nitelikteydi.
Konferansın ikinci günü İrfan Aktan’ın moderatörlüğünü yaptığı “Savaşın Yerinden Ettikleri” oturumunda çatışma ve savaş süreçlerinin çocuk ve kadın öznelerinin deneyimleri Ezgi Koman ve Müge Yamanyılmaz’ın katılımıyla tartışıldı. 2016 senesinde yine bir kanun hükmünde kararname ile kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nin kurucusu olan Ezgi Koman, insan haklarının çocuk öznesini odağa alarak geliştirdiği çerçevede, uluslararası sözleşmeler ve tarihsel örnekler aracılığıyla günümüz Türkiye’sinde çocuk, göçmen, mülteci ve işçi olmaya dair kapsamlı bir sunum gerçekleştirdi. Koman’ın “yoksulluk yangınları” olarak adlandırdığı fenomen, Türkiye’de insan hakları alanında medyanın rolünü iş yeri yangınlarında hayatını kaybeden çocukların yaşam haklarının ihlali bağlamında gündeme getirdi. 21. yüzyıla damga vuran küresel göç rejimine odaklanan Müge Yamanyılmaz ise, mülteci kategorisinin tarihsel ve cinsiyetlendirilmiş şekillenişini irdeleyen konuşmasında insan haklarının kadın ve mülteci öznelerinin, cinsiyetleri temelinde maruz kaldıkları şiddet biçimlerinin katmanlarına dikkat çekti. Yamanyılmaz’ın konuşması, 20. yüzyıl savaşlarından günümüze mülteci kadınların deneyimleri bağlamında savaşın, çatışmanın ve sınırların patriyarkal inşasına ve uluslararası hukukun siyasallığına ilişkin kapsamlı bir çerçeve sundu.
Konferansın kapanışı, Anjelik Kelavgil’in moderatörlüğünü yaptığı “Savaşın Cinsiyeti” oturumuyla gerçekleşti. Oturumun konuşmacıları Özge Akyüz ve Aylime Aslı Demir çatışma sonrası süreçlerde insan hakları hukuku ve toplumsal dönüşümü mümkün kılacak queer müdahalelere dair sunuşlarında önceki oturumlarda işaret edilen iki temel soruya muhtemel yanıtlarını paylaştılar. Akyüz’ün konuşmasında, uluslararası sözleşmeleri takiben, insan haklarının kadın öznesinin çatışma deneyiminin devletli olmayan mahkemeler örneklerindeki toplumsal karşılığı geçmişle yüzleşme süreçlerinin hukuki araçları dolayımıyla soruşturuldu. Akyüz’ün bıraktığı yerden tartışmayı devralan Demir ise dinleyicileri, çatışma sonrası süreçlerde barışın toplumsallaşabilmesini mümkün kılacak siyasal bir müdahalenin mevzilerini beraber düşünmeye davet ettiği bir konuşma yaptı. Demir konuşmasını Türkiye’nin barış ve çatışma süreçlerinde Kürt ve LGBTİ olan bireyleri kapsayan bir araştırmayla açıp, savaşı mümkün kılan yapı ve dilin dışında bir siyasetin minör ve çoğul olması ihtimalini, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ardından tanığı olduğu queer dayanışma ağlarına ilişkin gözlemleriyle gündeme getirdi.
Aralık ayının son haftasında, üç gün süren “Savaş ve İnsan Hakları Konferansı”nın her oturumu Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerekli alternatif ve eleştirel iletişim kanallarına duyulan ihtiyacı gözler önüne serdi. İnsan hakları örgütlerinde çalışmalarını sürdüren akademisyen, araştırmacı ve gazetecilerin buluştuğu bu konferans, İnsan Hakları Okulu: Blog’un daha önce yazarları ve yuvarlak masa toplantıları aracılığıyla sorunsallaştırdığı birden fazla merkeze sahip Türkiye’nin insan hakları gündeminin savaş ve çatışma ve çatışma sonrası çözüm bağlamlarındaki belli başlı katmanlarını tartışmaya açmıştır.