Libya’da Göçmenlere Uygulanan İstismarların Adını Koymak: Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı İşlenmiş Suçlar

Bu yazının ilk bölümünde, Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın, Libya’da göçmenlere uygulanan istismarların savaş suçları ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında olduğuna dair kararının ardındaki bazı zorlukları gün yüzüne çıkardık. Bu ikinci yazı, bu kararın devletlerin bu suçları kovuşturmadaki sorumlulukları ve görevleri temelindeki bir takım emarelerine odaklanıyor.

 

Arka Plan

Libya’da göçmenlerin Yasadışı Göçle Mücadele Dairesi (YGMD) İnfaz Kurumları’nda mağduru oldukları savaş suçları ile insanlığa karşı işlenmiş suçlar, şiddet döngüsünün birer sonucudur. Salt nedensel açıdan bakıldığında, bu suçların birden çok aktörün dahliyle mümkün olduğu görülür. Bu aktörlerden bazıları: (i) Libya’ya yolculuğu hızlandıran insan kaçakçıları ve kaçakçılar; (ii) istismarlardan doğrudan sorumlu olan YGMD infaz kurumlarının kontrolünü elinde tutan silahlı gruplar; (iii) göçmenlerin yakalanıp infaz kurumlarına nakledilmesini sağlayan Libya Sahil Güvenliği (LSG) personeli ve (iv) göçmenleri yeniden Libya’ya yönlendirmeleri için LSG’ye destek olan Avrupalı aktörler.

 

Avrupalı aktörlerin -İtalyan ve Maltalı yetkililer gibi-, LSG’nin göçmenleri denizde yakalama yetkinliklerini kaynak, ekipman, koruma ve eğitimler sağlayarak destekledikleri uluslararası kuruluşlar ile STK’ların çok sayıda raporuyla doğrulanmıştır. Bu raporlardan bazıları şunlardır: BM Genel Sekreteri (paragraflar 18-21, paragraf 21), İHYK (s. 23), BM Libya Destek Misyonu-BMLDM (s. 14-15), Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri (s. 20-21 ve s. 23-24), Uluslararası Af Örgütü (s. 9-14 ve s. 11-13, 22-24) ve AIHM/FIDH/LFJL (s. 41-46). İtalya Dışişleri Bakanlığı’na ait resmî belgeler, İtalyan yetkililerin kurtarma görevleri esnasında LSG’yi koordine etmedeki rollerini teyit eder niteliktedir (s. 24).

 

Uluslararası suçları cezalandırmada devletin sorumlulukları ve görevleri  

Libya’da göçmenlere karşı işlenen suçların savaş suçları ile insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak nitelendirilmesinin sembolik bir değeri olmakla birlikte uygulamada çok özgül etkileri de vardır. Bu istismarlar bir kere -nicel ya da nitel anlamda- uluslararası suçlar statüsüne çıkarıldığında, artık zaman zaman yapay olabilen sınırötesi yargılama planlarıyla ve insan hakları ihlallerini düzenleyen kabul edilebilirlikle sınırlı kalmayacaktır. Bu durum, söz konusu suçlar ulusal sınırlar içerisinde işlenen veya çökmüş devletlerde ortaya çıkan edimlerin sonucu olduğunda bilhassa önem arz eder.

 

Uluslararası ceza hukuku, devlet sorumluluğundan ziyade şahsi sorumlulukla ilintili  olduğundan devlet sınırlarını aşar. Devletlerin insan hakları yükümlülüklerine dair yargısal paradigmaların sunduğu parçalı resmi, daha bütüncül ve yalın bir dinamikte yeniden düzenler. Bu dinamik, spesifik suçlara yapılan ve bir bütün olan kabul edilen, bireysel katkıların etkilerine dayanır. UCM yasal çerçevesinde bu katkılar, UCM Statüsü Madde 25(3)’te düzenlenen sorumluluk biçimleri aracılığıyla ifade edilmektedir.

 

Libya’da göçmenlere karşı işlenen suçlar özelinde, UCM Roma Statüsü Madde 25(3)(d)(ii) özellikle göz önünde bulundurulmalıdır. Söz konusu maddeye göre, UCM Statüsü uyarınca bir suçu işleme niyetinin bilincinde, ortak bir amaçla grup tarafından işlenen suça yapılan her tür katkı suç kapsamındadır. Bir tür ikincil sorumluluk kalıntısı olarak kabul edilen Madde 25(3)(d) ortak bir amaçla hareket eden bir grup insana içeriden ya da dışarıdan gelen yardıma odaklanır. Actus reus ile mens rea açısından Statü’nün Madde 25(3)(d)’deki şartları, Madde 25(3)’te ortaya konulan diğer sorumluluk türlerinden daha az bağlayıcıdır.

 

Actus reus konusunda ise UCM içtihatları tarafından teyit edildiği üzere, her seviyede/derecede katkı bu hüküm uyarınca sorumluluk oluşturur (Al Hassan CD, paragraf 948). Katı nedensellik temelinde suçun işlenmesi üzerinde bir etkisi olması (ya da etkilemiş olması), böylelikle suça katkıda bulunan uzaktan veya sınırlı davranışı yakalamış olması gerekmektedir. Madde 25(3)(d)’ye göre hareket eden zanlının söz konusu grubun üyesi olup olmadığı konu dışıdır (Katanga TJ, paragraf 1631) ve suça katkının esas faillerin kendileri aracılığıyla yapılmasına gerek yoktur. Diğer bir deyişle ikinci dereceden suç ortağının davranışıyla esas failin davranışı arasında doğrudan bir bağlantı olması gerekmemektedir (Al Hassan CD, paragraf 945).  Mens rea’ya gelince, Madde 25(3)(d)(ii) esas suçu işleme niyetinin bulunmasını şart koşmaz, sadece grubun bu suçu işleme niyetinin bilinmesi yeterlidir (Katanga TJ, paragraf 1638).

 

Buradan hareketle, UpRights, StraLi, ve Adala for All tarafından İtalyan ve Maltalı yetkililerin LSG’ye yardımını değerlendirme amacıyla sunulan İletişimi, Madde 25(3)(d)(ii)’yi temel alır. (İletişim, paragraflar 432-512). Yukarıda da belirtildiği üzere bu türde bir destek, LSG’nin göçmenleri savaş suçlarına ve insanlığa karşı işlenmiş suçlara maruz kaldıkları YGMD infaz kurumlarına yönlendirebilmelerini olası kılan çok önemli bir etmendir. İtalyan ve Maltalı yetkililer, silahlı grupların bu suçları işleme niyetlerinin bilgisiyle destek vermiştir. Göçmenlerin infaz kurumlarında mağduru oldukların suçlarla nedensellik ilişkisi göz önüne alındığında, İtalyan ve Maltalı yetkililerin dahli Madde 25(3)(d)(ii)’de düzenlenen ilgili sorumluluklar kapsamında değerlendirilebilir.

 

Benzer argümanlar, özel şahıslar ya da devlet yetkilileri ya da Avrupa Birliği kurumları dahil olmak üzere uluslararası kuruluşların yetkilileri tarafından sunulan bir şemayı izleyen başka yardım biçimleri için de öne sürülebilir. Göçmenlere karşı işlenen suçların savaş suçları olarak nitelendirilmesi, daha büyük bir araştırmayı ve son kertede her türlü yardım davranışının -diğer devletlerde veya açık denizlerde meydana gelmiş olsa dahi- incelenmesini zorunlu kılmaktadır.  Bu husus, söz konusu edimin Libya’ya ayak basan göçmenlere uygulanan zulüm üzerindeki etkilerini anlamak açısından gereklidir. Muhtemelen bunlar da söz konusu suçlara bir tür katkı olarak nitelendirilecek. Bu bakımdan, Alman hükûmetinin LSG personeline yönelik eğitim programını, “Libya sahil güvenliğine ait münferit birimlerin sığınmacılara ve göçmenlere karşı sergilediği kabul edilemez davranıştan” ötürü askıya aldığına dair açıklaması dikkate değerdir.

 

İnsanlığa karşı işlenmiş suçların zaman aşımına veya dokunulmazlıklara tabi olmadığı gerçeğinden hareketle, devletlerin uluslararası suçları soruşturma ve cezalandırma görevinin bu araştırmayı zorlayıcı ve zorunlu kıldığı söylenebilir. UCM Savcısı’nın Libya’daki göçmenlere karşı işlenen suçlarla ilgili olarak ulusal yetkililerin iş birliğiyle bir soruşturma yürütme niyetini açıklaması bu uygulamayı baypas etme yolu olarak kullanılamaz ve kullanılmamalıdır. Aslına bakılırsa, UCM’nin tamamlayıcı çerçevesi (Madde 17) uyarınca Devletlerin bu konudaki ilgili sorumluluklarını değerlendirmeye yönelik hareketsizlikleri veya isteksizlikleri/acizlikleri UCM’yi vakaları kabul edilebilir olarak değerlendirmesine ve bu davranışı doğrudan soruşturmasına sevk edebilir.

 

Bu doğrultuda Savcı’nın Libya’daki göçmenlerin uluslararası suçların kurbanları olabileceğine dair kararı Avrupa devletlerine ve aktörlerine bir uyarı niteliğindedir. Avrupa devletleri ve aktörleri, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri (s.42,44 ve s.26-26), OHCHR  (s.13, 18, 24), BM İşkenceye Karşı Komite (burada, paragraflar 22-23), BM Libya Araştırma Komisyonu (paragraf 46) tarafından tekrar tekrar tavsiye edildiği üzere önceki uygulamalarını incelemeli ve göç meselelerinde Libyalı yetkililerle olan iş birliklerini uluslararası yükümlülükleriyle tutarlı olacak şekilde gözden geçirmelilerdir.

 

Uluslararası yargılama açısından etkiler

Libya’daki göçmenlere uygulanan istismarların uluslararası suçlar olarak nitelendirilmesinin Devletlerin evrensel yargılama uygulamaları açısından da etkileri vardır. Savcı’nın BMGK’ne sunduğu Kasım 2021 tarihli raporuna da yansıdığı gibi bazı ulusal yargılar şu anda göçmenlere karşı işlenen suçları Libyalı aktörler ve uluslararası insan kaçakçılarını özelinde soruşturmakla meşgul.

 

Evrensel yargılamanın yurtiçi soruşturmalara ait fiilî ve yasal spektrumu genişletecek bir araç haline gelebilmesi ancak bu suçların da insanlığa karşı işlenmiş suçlar ve savaş suçları olarak nitelendirilmesiyle olabilir. Bu sayede adi suç çerçevesinde ele alınması söz konusu olamayacak edimlerin ele alınması mümkün olur. Bu durum, yurtiçindeki yargılama işlemlerine farklı seçenekler sunabilir, yeni bir ivme kazandırabilir ve bu suçlarla ilgili hesap verebilirlik alanını genişletebilir.

 

Sonuç

Bir önceki yazıda belirtildiği gibi Savcılık makamının Libya’da göçmenlere karşı işlenen suçları insanlığa karşı işlenmiş suç ve savaş suçları olarak nitelendirmesi uluslararası ceza hukukuna yaklaşımlardaki kültürel değişimin bir sonucudur. Ayrıca, hukukun ilgili alanının yeni ve karmaşık jeopolitik dinamiklerden kaynaklanan senaryoların evrimine paralel olarak nasıl genişleyebileceğine dair ilerici bir anlayışı yansıtmaktadır.

 

Savcılık makamının kararı aynı zamanda Libya’daki göçmenlere ve mültecilere uygulanan istismarı tespit etmek, cezai sorumluluğu tetikleme potansiyeline sahip ve dikkatle incelenebilecek ilgili davranışların kapsamını genişletmek konularında yeni olanakların kapısını aralıyor. Göçmenlere uygulanan istismarların uluslararası suçlar olarak anlaşılması, Avrupa’nın göç konusunda Libyalı yetkililer ile iş birliği politikalarını, devletlerin uluslararası yükümlülükleri gereğince yeniden değerlendirmede ve yeniden ayarlamada gerekli bir başlangıç noktası niteliğindedir.

 

Çev: Virtus Çeviri

 

Görsel: ICC-CPI.INT

 

BU YAZI DAHA ÖNCE JUSTICE IN CONFLICT TARAFINDAN İNGİLİZCE OLARAK YAYIMLANMIŞTIR.

UpRights kurucu ortağı.

Avukat, aynı zamanda Floransa Üniversitesi ve Maastrict Üniversitesi’nde ceza hukuku üzerinde çalışmalar yapan bir doktora öğrencisi. Ayrıca StraLi’nin siber ekibinin lideri ve uluslararası ceza hukuk ekibinin bir üyesi.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.