LGBTİ+’lar ve Barınma Hakkı

2015’te İstanbul Onur Yürüyüşü’nün yasaklanması, 2017 yılından itibaren Ankara’da başlayan ve gittikçe tüm ülkeye yayılan LGBTİ+ etkinliklerin şehir şehir süreli ya da süresiz yasaklanması, tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinde, pandeminin gerekçesi olarak LGBTİ+’ları hedefe koyan Cuma Hutbesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın sebebi olarak LGBTİ+’ların işaret edilmesi ve gün be gün devletin resmi politikası haline gelen LGBTİ+ karşıtlığı gündelik hayatın her alanında LGBTİ+’ları nefretin ve hak kayıplarının karşısından yalnız ve güçsüz bırakmaya devam ediyor.

 

Devletin resmi politikası haline gelen LGBTİ+ karşıtlığı, LGBTİ+’ları gizlilik ve görünmezlik cenderesinde sıkıştırırken her geçen gün koşar adımlarla otokrasiye savrulan ülkenin irrasyonel ekonomi politikalarının yarattığı derin sosyo-ekonomik krizin yıkıcı sonuçları da en yoğun ve yakıcı haliyle LGBTİ+’ları etkiliyor.

 

LGBTİ+’lar bir yandan gündelik hayatı kuşatan nefret ikliminin yarattığı sonuçları göğüsleyerek hayatta kalmaya çalışırken diğer yandan ekonomik krizin yarattığı enkazda var olma mücadelesi sürdürüyor. Nefretin ekonomi politik sonuçları LGBTİ+’ların payına yoksulluk ve yoksunluk düşmesine neden oluyor.

 

Küçük bir azınlığın servetine servet kattığı, ancak çok büyük bir çoğunluğun günden güne açlığa sürüklendiği kriz koşullarında, kriz öncesi dönemde haklara erişimde sorun yaşayan toplumsal grupların temel insan haklarına erişimi de gittikçe imkânsız hale geliyor. LGBTİ+’lar açısından, erişiminde ciddi sorunlar yaşanan temel hakların başında ise konut ve barınma hakkı geliyor.

 

Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda barınma hakkı dar anlamıyla, yalnızca konut sağlamayı işaret eden bir şekilde ele alınsa da tarafı olunan uluslararası sözleşmelerde geniş anlamıyla tanımlanan barınma hakkı, devlete bu hakkın sağlanması noktasında pozitif yükümlülükler yüklüyor. Yalnızca içinde yaşanacak bir konuttan ötesini işaret eden barınma hakkı, kişilerin sağlığını, refahını ve esenliğini arttıracak şekilde düzenlenen gerekli toplumsal hizmetleri de kapsayacak şekilde, devlete bu hakka erişimi sağlama yükümlülüğünü yüklüyor.

 

Otokrasinin genel karakterinin bir sonucu olsa gerek; tıpkı ekonomi politikalarında olduğu gibi temel insan haklarının temini noktasında da irrasyonel politikalar hakların temin edilmesini zorlaştırmaya devam ediyor. Yükselen enflasyonla ters orantılı olarak konut arzının giderek azalması, konut fiyatlarında ve kira bedellerinde astronomik bir artışı beraberinde getirdi. Söz konusu artış herkesi evsiz kalma endişesiyle sınarken, bu endişe LGBTİ+’lar açısından yaşamı daha da zorlaştıran bir hale bürünüyor.

 

Temel haklara erişimi çoklu engellerle dolu olan LGBTİ+’lar açısından bugünün barınma krizine baktığımızda ortaya çıkan tabloyu, otokrasi, nefret, ekonomik kriz ve yoksulluk çerçevesine aldığımızda mevcut durumu ortaya koymuş oluyoruz.

 

Devletin yönetiminden sorumlu atanmış bürokratların her an LGBTİ+’ları nefretin hedefi haline getirdiği bu atmosferde, LGBTİ+’lar açısından barınma krizi daha aile evinde kendini göstermeye başlıyor. Rainbow Europe’un sıralamasında sondan ikinci olan Türkiye’de LGBTİ+’ların açılma deneyimleri, ne yazık ki büyük sorunları, şiddeti ve evsiz kalma tehdidini beraberinde getiren güvensiz bir ortamda gerçekleşiyor. LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğunun barınma sorunuyla karşı karşıya kalmamak adına gizli kalmak zorunda kaldığı aile evleri, kişinin LGBTİ+ olması ortaya çıkarsa ya da kişi açılırsa, yaşanılmaz bir hale hızla evriliyor. LGBTİ+’lar arasında açıldıktan sonra aile evinden ayrılmak zorunda kalan ve evsizlikle sınanan birçok kişinin olduğunu tekrar belirtmek gerekiyor.

 

Toplumsal servetten hak ettiği payı alamayan, eğitim hayatında çeşitli ayrımcılık pratikleriyle karşılaşan ve eğitim hayatını devam ettiremeyen, kendilerine dönük ayrımcı politikalar nedeniyle istihdam edilemeyen ve gündelik hayatı idame ettirmekte zorlanan LGBTİ+’lar için yaşanabilir bir ev bulmak başlı başına bir sorun yumağı haline geliyor. Kiralık bir ev bulmak için harekete geçen bir LGBTİ+ kira kontratını imzalayana dek gelişen süreçte gerek emlakçıların gerek ev sahiplerinin ayrımcı tutumlarıyla karşı karşıya kalıyor. Kişinin LGBTİ+ olması emlakçılar ve ev sahipleri açısından söz konusu konutun kiralanmaması ya da LGBTİ+ olmayan kişilere uygulanan kira bedelinin çok üstünde bedellerle konutun kiralanması sonucunu doğuruyor.

 

LGBTİ+ kişi tüm bu badireleri atlattıktan sonra eğer evi kiralayabildiyse, bu kez de komşuların ya da yaşanılan muhitteki kişilerin fobisi ve nefretiyle karşı karşıya kalabiliyor. Birçok LGBTİ+ açısından, yalnızca LGBTİ+ olmaları kiraladıkları evden atılmalarının bir gerekçesi haline gelebiliyor. Bu gerekçelerden sıyrılmak için birçok LGBTİ+’nın gizlilik, görünmezlik stratejileri kullanmak zorunda olduğunu ve kişilerin kendilerini gerçekleştirmelerinin önündeki en büyük engelin bu nefret iklimi olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor.

 

Mahalle baskısı ve yaşanılan yerdeki nefretin yoğunluğu, LGBTİ+ları gündelik hayatın içerisinde her an bir şiddet olayının hedefi haline getirebiliyor. Metropol olmayan şehirlerde bağımsız bir hayat kurmanın bu derece zor olması, LGBTİ+’ların büyük bir kısmını kalabalık metropollere göç etmeye zorluyor. Büyük bir kısmı metropollerde yaşayan LGBTİ+’ların yaşadıkları şehirlerde, şiddet ve nefret tehditlerinden bir nebze uzak yaşayabildikleri mahalle sayısı da ne yazık ki çok sınırlı. Büyükşehirlerin merkezlerinde yer alan yaşanabilir bazı mahallelerde güncel kira bedellerine bakıldığında, LGBTİ+’ların şehirlerde yaşayabildikleri birkaç mahallenin de giderek yaşanılamaz hale geldiği sonucu ortaya çıkıyor. Yükselen kiraları karşılayabilmek için, LGBTİ+ların büyük bir çoğunluğunun bir arada yaşamaya başladığı ve kendilerine ayırabildikleri sınırlı özel alanın giderek daraldığı gözlemleniyor.

 

Yalnızca konut kiralarken değil, konut satın alırken de LGBTİ+’ların, LGBTİ+ olmayanlardan farklı ve ayrımcı pratiklere maruz kaldığı görülüyor. LGBTİ+ bir kişi bir konut satın almak istediğinde konut bedeli, LGBTİ+ olmayan bir kişiden istenen fiyatın çok çok üstünde olabiliyor. Yaşanabilir yerlerin sınırlılığı ve konut fiyatlarındaki artış göz önüne alındığında, LGBTİ+ların konut sahibi olabilme ihtimali de gittikçe azalıyor.

 

Sosyo-ekonomik haklara erişimde çok ciddi sorunlar yaşayan LGBTİ+’lar açısından barınma krizi yalnızca konut kiralama ya da satın alma süreçlerinde kendini göstermiyor. Barınma gereği ve bir insan hakkı olarak yaşanabilir konut ve çevre, konutun hızla bir gayrimenkul yatırım aracına hızla dönüşmesiyle yeni bir sorunu da beraberinde getiriyor. Büyük bir çoğunluğu metropollerde ve belli mahallelerde kiracı olarak yaşayan LGBTİ+’lar kentsel dönüşüm tehdidi ile karşı karşıya kalıyor. Kentsel dönüşüm ile yerlerinden edilen ve artan kiralarla yaşadıkları yerlere dönemeyen birçok LGBTİ+, halihazırda ev aramaya devam ediyor. Görece ucuz olan evlerin büyük bir çoğunluğunun eski ya da hasarlı olması, o evleri kiralayabilen LGBTİ+’lar açısından evsiz kalma tehdidini bir kez daha gündeme getiriyor. Özetle LGBTİ+’ların barınma krizi, yalnızca aile evi ya da ev kiralama, satın alma süreçlerinde karşılaşılan bir kriz olmaktan öte, LGBTİ+’ların yaşam boyu karşılaştığı sürekli bir kriz.

 

Yurtlarda kalmak zorunda olan LGBTİ’lar hem eğitim hayatlarını sürdürmek hem ekonomik krizle mücadele etmek hem de heteroseksist bir anlayışla inşa edilen yurtlarda var olma mücadelesi vermek zorunda kalıyor. Yurt yönetmeliklerinin ve yurt yöneticilerinin ayrımcı tavrıyla karşı karşıya kalan LGBTİ+’lar, aynı zamanda yurtlarda akran zorbalığı ile de mücadele etmeye çalışıyor. İkili cinsiyet sistemini merkeze alan ve transfobiyle örülen yurt atmosferinde, başta trans öğrenciler olmak üzere birçok LGBTİ+ ya disiplin cezalarıyla karşı karşıya kalıyor ya yurttan atılıyor ya da ayrılmak zorunda kalıyor. Tüm bu ayrımcılık pratiğine, bu kez de öğrencilere ev vermeyen mülk sahiplerinin LGBTİ+ nefreti ekleniyor.

 

Eğitim ve istihdamdan dışlanan LGBTİ+’ların bir kısmının zorunlu seks işçiliği yapıyor olması da bu nefret ikliminde seks işçiliği yapan LGBTİ+’ları nefretin karşısında daha da çıplak hale getiriyor. Seks hizmeti sunulan evlerin büyük bir kısmı bu nefret ve fobi ikliminde ya mühürleniyor ya çetelerin şiddetine açık hale geliyor ya da seks işçisi LGBTİ+’lar evlerinden kovuluyor. Ülker Sokak’tan Eryaman’a, Meis Sitesi’nden Bornova Sokak’a varan transfobik şiddet sarmalının hikayesine odaklandığımızda, kentsel dönüşüm ve rant hırsının transfobik şiddetle birleştiğinde nasıl bir katliama dönüştüğünü görüyoruz.

 

LGBTİ+’lar açısından barınma hakkının temin edilebilmesine dair yukarıda sayılan zorluklar, yaşamın her döneminde başka bir formda karşımıza çıkıyor. Yaşlanan ve yaş alan LGBTİ+’ların hem yaşlı olmaya hem de LGBTİ+ olmaya içkin sorunlarla uğraşırken çözmek zorunda oldukları en büyük problem barınma hakkını temin etme noktasında beliriyor. İkili cinsiyet sistemini temel alan ve herkesi heteroseksüel ve natrans kodlayan huzurevleri ve yaşlı bakımevlerinde LGBTİ+’lar ya gizlenerek, görünmezleşerek var olabiliyor ya da bu ayrımcı pratiklerden ötürü yalnızlık ve yoksulluk cenderesine hapsediliyorlar. Tüm bu süreç bir de HIV statüsü söz konusu olduğunda çok daha büyük bir ayrımcı pratiği beraberinde getiriyor.

 

LGBTİ+’ların deneyimlediği barınma krizine dair bir fotoğraf çekmeye çalışan bu yazı, deneyimlenen birçok soruna dair ufak bir fikir vermeye çalışsa da gündelik hayatın akışında bu deneyimin çok zorlu ve yıkıcı bir hale büründüğünü hatırlatmak gerekiyor. Bugünün Türkiye’sinde “LGBTİ+, yok öyle bir şey” söyleminde cisimleşen nefret politikaları gündelik hayatın her alanını zehirlemeye devam ederken, tüm bu karanlığa rağmen inatla var olmaya devam eden LGBTİ+’ların özgürlüğü, herkesin özgürleşmesini beraberinde getirecek. Herkesin temel insan haklarına ve sosyo-ekonomik haklara erişebilmesinin yolu da çağdaş bir demokrasiden ve örgütlü bir toplumdan geçiyor.

 

 

 

Transfeminist aktivist. Yerel yönetimler ve kent hakkı, toplumsal cinsiyet, iklim, siyasal katılım ve LGBTİ+ hakları alanlarında kesişimsel aktivizm yürütmeye çalışıyor, halihazırda tüm çalışmalarını 17 Mayıs Derneği çatısı altında yürütüyor. Çankaya Kent Konseyi gibi yerel örgütlenmelerde LGBTİ+’ları temsil ediyor, aynı zamanda kaosgl.org’da gündeme dair güncel yazılar yazıyor. Bir kedi ve bir köpek annesi olan Anjelik, cinsiyetler ve performanslar evreninde halen yerini arıyor; belki de yerinin bu arama eyleminin kendisi olduğunu düşünüyor.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.