Göçmen Kadınlar ve Sosyal ve Politik Haklar

Kadınların veya diğer marjinalleştirilmiş grupların haklarından bahsetmeden önce, insan haklarının ilkelerini hatırlamak gerekir: Bütünseldir, içsel olarak bağlantılıdır ve kaybettirilemez. Dolayısıyla, ekonomik ve sosyal hakların korunmasının ve iyileştirilmesinin devletlerin sorumluluğunda olmasına karşın, tüm dünyada görmezden gelinmesi ve hatta bazı toplumlara lüks olarak kabul ettirilmesi, insan haklarının temel ilkelerinin de altını oyar.

 

Kısaca hatırlarsak, ekonomik ve sosyal haklar, gıda, barınma, sosyal güvenlik, insan onuruna yakışır yaşam standardı, sağlık, eğitim, çalışma ve elverişli çalışma koşullarına ilişkin hakları içerir. Bu haklar, uluslararası insan hakları çerçevesinin önemli birer parçasıdır ve ülkelerin ulusal yasalarına hukuksal bağlayıcılığı olan metinler olarak işlenmiştir.[1]

 

“Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, tüm dünyada milyonlarca yoksul ve marjinalleştirilmiş birey ve grup için tek savunma aracıdır.”[2] Bu birey ve gruplar arasında elbette her türlü statüden -veya statüsüz- göçmenler[3] de yer alır. Sosyal ve ekonomik haklarının korunması, yalnızca bulundukları ülkede hayatta kalmaları ve yaşamlarını sürdürmeleri için zorunlu olmakla kalmaz, aynı zamanda korunma ihtiyaçlarına uygun ve kalıcı bir çözüm arayışında da temel bir rol oynar.[4] Genel olarak insan haklarının, insan olmaktan ötürü herkes için olduğu ilkesine ek olarak, ekonomik ve sosyal haklar da ayrımcılık yapmama ilkesi gereği herkes için geçerlidir ve uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmıştır. Bir başka deyişle, insan hakları, bunları tanıyan devletlere yükümlülükler getirir ve bu yükümlülükler, kişilerin aidiyetleri ve/veya statülerinden bağımsızdır.

 

Ekonomik ve sosyal haklarla ilgili önemli tartışmalardan birisi, nelerin insan hakkı olarak tanımlanacağı, dolayısıyla nelerin insan hakkı ihlali olduğunun belirlenmesidir. Örneğin yoksulluğun, gıdaya erişimin veya çalışma hakkının bir insan hakları meselesi olup olmadığı bu tartışmalardan birisidir. Burada önemli nokta, uyma (respect), koruma ve yerine getirme yükümlülüklerini ifa etmemesi nedeniyle, devletin söz konusu olumsuz duruma/erişim eksikliğine neden olup olmadığı veya bu durumun devam etmesinden sorumlu olup olmadığıdır.[5]

 

Göçmenlerin temel ihtiyaçlarını karşılayamaması ve bunları sağlayacakları kaynaklara erişimlerinin olmayışına bu perspektifle baktığımızda, Türkiye’de bu birey ve grupların insan hakları ihlallerine maruz kaldıklarını söylemek mümkündür. Çalışma hakkına erişimin olmaması veya kısıtlı olması, elverişli çalışma koşullarının sağlanmaması bu duruma örnek olarak verilebilir. Çalışmanın, gıdaya, sağlığa ve eğitime erişim ile yakın ilişkisi göz önüne alındığında, bu hakka erişimin kısıtlı olması devletin yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösterir. Özellikle, Türkiye’nin göçmenlerin iş gücüne katılımının, en azından formel istihdama katılımının en düşük olduğu ülkelerden birisi olması[6] da bunun göstergelerinden birisidir.

 

Göç Politikalarında İnsan Hakları ve Hümaniteryanizm

Hümaniteryanizm, tüm dünyada göç akışları karşısında devletlerin ve sivil toplum örgütlerinin politikalarında baskın yaklaşım haline geldi. Yardım veren ve alan arasında, ilkinin karar verici olduğu hiyerarşik ve seçicilik ve geçicilik temelinde bir ‘müdahale’ mantığı yaygınlaştı. Hümaniteryanizm lehine olan yaklaşım, sadece sınır politikalarında ve kimin ‘içeri’ alınıp kimin ‘dışarıda’ bırakılacağında değil fakat aynı zamanda ülke içinde yaşayan göçmenlere yönelik politikalarda da hâkim oldu.

 

Göç politikalarında hümiteryanizmin insan haklarını massetmesi, göçmenlerin hak sahibi öznelerden ziyade çeşitli koşullar altında merhamet gösterilen, farklı fakat nihai olarak ‘ev sahibi topluma’ benzemesi gereken pasif bireyler olarak konumlanmasına neden olur.[7] Dolayısıyla da göçmenlere yönelik programlarda ve politikalarda, örneğin çalışma hakkı savunuculuğu değil ancak beceri edindirme programları yaygındır.

 

İnsan haklarının hukuki talepler, sorumluluk ve hesap verilebilirlik mantığına karşılık, hümaniteryanizmin acıyı dindirme, mağdur kişileri hayatta tutma mantığı moral ve etik sorunlarla ilişkilidir.[8] Hümaniteryanizmin göç politikalarına etkisi, göç meselesinin bütün dünyada politik bir mesele olmasına karşın, göçmenlerin ve taleplerinin depolitize olmasına neden olur. Nihai olarak, gıda hakkı örneğinde olduğu üzere, insan onuruna yakışır bir hayatı sağlamak için devletlere yükümlülük getirmek yerine, kendisini ve ailesini doyurmaya çalışan bireylere yardımın koşulları ve yöntemleri konu haline gelir.

 

Ekonomik ve Sosyal Haklar ve Kadın Göçmenler

Göç politikaları içerisinde, toplumsal cinsiyetin toplumsal düzen içerisinde önemli bir güç ilişkisi değişkeni olduğunun kabul edilmesiyle, tüm dünyada, kadın ve çocuklara yönelik politika ve sivil toplum uygulamalarının yaygınlaştığı görülebilir. Bu noktada, kadınların nasıl konumlandırıldığına ve söz konusu uygulamaların içeriğine bakmak gerekir.

 

Göçmen kadınlar, göçmen olmalarının yanı sıra Batı dışı toplumların toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin mağduru kişiler olarak, korunması ve güçlendirilmesi gereken bireylerdir. Yani kadınlar, bakım hizmeti verilmesi ve kurtarılması gereken bireyler olarak karşımıza çıkar. Ekonomik ve sosyal haklardan ziyade, geldikleri kültür karşısında güçlendirilmeleri gözetilir. Bu nedenledir ki göç politikalarında kadınlara yönelik ‘beceri edindirme’ ve ‘güçlendirme’ uygulamaları, teker teker kadınların kendilerini ‘geliştirmeleri’ ve iş piyasasına girmeleri bireysel bir ödev ve beceri olarak karşımıza çıkar. Bu çerçevede, kadınlara dayanıklılık kazandırmaya yönelik programlar tam da toplumsal ve ekonomik yapıyı görmeyen bireyselci yaklaşımı nedeniyle eleştirildi. Kadınların, gelir getirici işlerde çalışması elbette onların otonomlaşmasının ve üzerlerindeki baskıyı azaltmanın yollarından birisi olarak önemlidir, ne var ki toplumsal ve tarihsel olarak baskı ve ikincilleştirilme mirası, basitçe kadınların yeni ‘beceriler’ edinmesi ile ortadan kalkmamaktadır.

 

Türkiye’de sayısız ulusal ve uluslararası kurum tarafından yürütülen bu tür programlara katılan kadınların ne kadarının işgücüne katıldığı ve bunların hayatlarına etkisi konusunda elimizde pek de veri bulunmuyor. Bununla birlikte, örneğin Suriyeli kadınlar arasında işgücüne katılımın oldukça düşük olduğu bilinmektedir. Ücretli işlerde çalışan kadınlar ise çalışma koşullarının oldukça kötü olması nedeniyle sadece mecbur kaldıkları zaman çalışma eğiliminde oluyorlar. Dolayısıyla, ekonomik haklar yerine bireysel beceri yoluyla piyasaya entegre etme yaklaşımı, ekonomik eşitliği sağlayamayacağı gibi insan onuruna uygun yaşam koşullarının sağlanmasını veya toplumsal ve kültürel olarak toplumsal cinsiyet rejiminin dönüştürülmesini de mümkün kılmaz. Ek olarak, ekonomik ve sosyal hakların erişilebilir kılınması ve güçlendirilmesi sorumluluğunun devletin yükümlülüğü olması, yaygın biçimde iş yerlerinde kadınların fiziksel ve psikolojik olarak taciz altında olmaları ve ücret ve çalışma koşulları bakımından sürekli resmi minimum koşulların altında çalıştırılmaları hak ihlaline uğradıklarının göstergeleridir. Dahası, Türkiyeliler ile karşılaştırıldığında, kadınlar dâhil, göçmen kadınların enformel çalıştırılmasının düzeyi devletin ayrımcılığı önleme sorumluluğunu da yerine getirmediğini göstermektedir.

 

Kız çocuklarının eğitime dâhil edilmesi göç politikalarında ve sivil toplum uygulamalarında üzerinde çokça konuşulan alanlardan bir tanesidir fakat başka bir sorunlu alandır. Göçmen çocuklara eğitim hakkı tanınmış olmakla birlikte, dil engeli, ekonomik engeller, okula kayıt yaptırırken yaşanan bürokratik zorluklara (düzensiz göçmenlerden istenen belgeler gibi) ek olarak okul idaresinin ikna edilmesi eğitim önünde engel oluşturuyor. Cinsiyetlerinden bağımsız olarak, göçmen çocukların, özellikle Suriyelilerin, okulda arkadaş, öğretmen, idare ve veli zorbalığına maruz kaldıkları akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve aktivistler tarafından dile getiriliyor.[9] Kız çocuklarının, bir yandan toplumsal ve kültürel kodlar, diğer yandan da bu tür dışlama ve şiddet pratikleri nedeniyle eğitimden uzaklaştığı de bilinmektedir. Okuldan uzaklaşan çocukların, ücretli işlerde çalışmaya başlaması ya da erken veya çocuk yaşta evliliklere de yol açabilmekte. Ayrıca eğitimin işgücüne katılım, çalışma koşulları dâhil olmak üzere toplumsal yaşama katılımdaki önemi göz önüne alındığında, eğitim yıllarında yaşanan ayrımcılığın kadınların haklara erişimindeki etkisi de hatırlanabilir.

 

Sonuç

Türkiye’de göçmen kadınların sosyal ve ekonomik haklarına ilişkin tartışmayı derinleştirebilmek için elimizde yeterince resmi veri bulunmamakla birlikte, akademisyenler ve sivil toplum aktörlerinin yaptığı araştırmalardan elde edilen veri ve gözlemle, ekonomik ve sosyal haklar konusunda iki temel problemin olduğu söylenilir. Birincisi bu haklar erişilebilir değil, ikincisi bu hak alanları politikalarda haktan ziyade ‘bakım’ ve ‘fırsat’ kavramlarıyla yer almaktadır. Nihayetinde, göçmenlere ekonomik ve sosyal haklar yerine hümaniteryanizm ve piyasanın bir bileşkesi ile yaklaşılıyor. Bu durum ise toplumsal cinsiyet rejimlerini dönüştürmekten ziyade, piyasa ile uyumlu, ev sahibi toplumların merkezde olduğu bir tutumla bireyleri hedef aralıyor. Tam da bu nedenledir ki kadınların politik hakları ve katılımına ilişkin hemen hiçbir çalışma da yapılmıyor.

 

[1] Bu hakların normatif gücü ve uygulama problemleri konusundaki tartışmalar için bkz. Schenin, M. (2001) “Economic and social rights as legal right” Eide, A. Krause, C. ve Allan Rosas (Der.) Economic, social and cultural rights içinde s. 29-54, Leiden: Brill Nijhoff.

[2] Kunnemann, R. (1995) “A coherent approach to human rights”, Human Rights Quarterly, 17, ss. 323-342, s. 332.

[3] Bu metinde göçmen, belirli bir göç etme nedeni, biçimi veya herhangi bir hukuksal statüye atıfla kullanılmadı, bunun yerine, herhangi bir politik coğrafyada vatandaş-olmayanları kapsayacak bir şemsiye terim olarak kullanıldı.

[4] Lal, R. (2018) “Social and economic rights of refugees under international legal framework: An appraisal”, Indian Journal of International Law, 58(3): 467-488.

[5] Devletler, göçmenler veya çeşitli kişi ve kurumlar için çeşitli kısıtlamalar getirebilir ancak yasal statülerine dayalı tüm kısıtlamalar meşru bir amaç gütmeli ve bu amacın gerçekleştirilmesiyle orantılı olmalıdır. Öte yandan, söz konusu kısıtlamalar temel ihtiyaçlar ve haklara erişimi engellememelidir.

[6] OECD (2022) “Foreign-born participation rates (indicator)”, doi: 10.1787/fa75b43e-en https://data.oecd.org/migration/foreign-born-participation-rates.htm  (Accessed on 24 July 2022).

[7] Ticktin, M. (2006). Where ethics and politics meet. American Ethnologist. 33(1), 33-49.

[8] Ticktin, a.g.m., s. 35.

[9] Yiğit, Atakan, Esat Şanlı ve Murat Gökalp (2021) “Türkiye’deki Suriyeli Öğrencilerin Okula Uyumlarına Yönelik Öğretmen, Okul Yöneticileri ve Öğrencilerin Görüşleri”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 40(1): 471-496.

Doktorasını Ermenistan’dan Türkiye’ye işgücü göçü ve ulus-ötesi göçmen ağları konulu teziyle Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde 2012 yılında almıştır. 2017 yılına kadar aynı bölümde öğretim üyesi olarak, 2017-2021 yılları arasında Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda araştırmacı olarak çalışmıştır. Çalışmalarını bağımsız araştırmacı olarak sürdürmektedir. Uluslararası göç, toplumsal cinsiyet, ayrımcılık, araştırma yöntemleri ve insan hakları konularında çalışmalar yapmaktadır.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.