Ekonomik, Sosyolojik, Psikolojik Boyutlarıyla Türkiye’de Barınma Hakkı İhlalleri

Bu yazı, esasen evsiz kalmak suretiyle çalıştığım konunun öznesi haline gelmiş olmam nedeniyle yazıyı kolilerin arasında yazdığım için bir miktar gecikti.[1] Haliyle bu, kendi (eski) ev sahibime söyleyemediğim, anlatamadığım şeylere dair bir iç dökme yazısıdır. Türkiye’de derinleşen ve kiracıyı ev sahibi ile karşı karşıya getirmek üzerine kurulu olan barınma hakkı ihlallerinin, toplumsal çürümeyle nasıl derinleştiğiyle başlayacağım. Daha baştan belirtmekte fayda var ki sorunun kökeni ev sahibi-kiracı olmakta değil, yaşadığımız ekonomik sistemin insani tüm duygu ve durumlardan kendini azade kılmasındadır.

 

Konut sorunu üzerine yazmış olduğum kitap yaklaşık iki ay önce yayımlandı. Kitabımın çıktığı günün akşamında ev sahibimden bir telefon aldım ve evden çıkarılacağımı öğrendim. Bu durumu Fuat Ercan Hoca’mla paylaştığımda, bana şunları söyledi: “Marx’ın para üzerine yazıp beş parasız olması gibi Cansu, sen de konut üzerine yazdın ama evsizsin.” Haliyle hem akademik hem de pratik olarak bulunduğum konum, barınma hakkına dair praksis imkânı tanıdı. Bir öğrencimin durumumu öğrendiğinde söylediği gibi, neyse ki çalıştığım yerden çıkmıştı.

 

Konuya dair ilgim ve yaşadıklarım, pek çok insandan fikir almamı sağlıyor. Bu yazı için çeşitli sosyal medya platformlarındaki tartışmalara da uzun zamandır göz gezdiriyorum. Dikkatimi çeken iki kutup var. Bir yanda barınma bir insan hakkı olarak belirtilirken diğer yanda özel mülk sahibinin, özel mülküne istediği değeri biçebileceği ve talep olmazsa zaten fiyatların düşeceği ve -ah o bir türlü göremediğimiz- “görünmez el”in dengeyi sağlayacağı söyleniyor. Barınma hakkı söz konusu olunca nedense son kertede piyasanın prensiplerinin her şeyden üstün, tek gerçek, en doğru kararı vereceğine dair bir inanışın yaygın olduğunu görüyoruz.[2]

 

Türkiye’de uzun zamandır önlenemeyen kira artışları gündemdeki yerini koruyor. Pek çok insan yuvasını, mahallesini, alıştığı gündelik hayatını kaybediyor. Kira artışlarına yönelik olarak önlem alınması gerekliliği tartışılırken varılan nokta kira artışına sınır getirilmesi oldu. Barınma hakkını bir insan hakkı olarak merkeze alabilecek düzenlemelerin fersah fersah uzağında iken ilk akla gelen çözümün bu olması şaşırtıcı değil. Dahası, öyle görünüyor ki, toplumda böyle bir düzenlemenin asla yapılamayacağına, serbest piyasaya aykırı olacağına, yeryüzünde görülmemiş bir uygulama olacağı için asla işe yaramayacağına yönelik bir itikat varmış. Savunucularının ayrıcalıklı sınıfsal konumlarını kaybetmemek adına ürettikleri bu söylem, gerçeklikten uzak.

 

Kira artışına % 25 sınır getirilmesi mi? Hani nerede?

Kira kontrolü olarak görülebilecek olan bu düzenleme 8 Haziran tarihinde yapılan açıklama ile uygulamaya koyuldu ve 2023 Temmuz ayına kadar olan kira artış dönemlerini kapsadı. Eğer hukukun uygulandığı ve toplumsal dayanışmanın bu denli parçalanmadığı bir ülkede yaşıyor olsaydık, ilk etapta anlamlı görülebilecek bir düzenlemeydi. Ancak öyle olmadı. Bu düzenlemenin üstünkörü, alelacele olduğu aşikâr. Zira düzenleme yapılır yapılmaz ev sahipleri evlerinden kiracılarını çıkarma yarışına girdiler. Elinde tahliye taahhütnameleri olan ev sahipleri kiracıları korkutma yönünden avantajlıydı.

 

Uzun zamandır kira sözleşmelerine tahliye taahhütnameleri eklenir oldu. Üzerinde herhangi bir tarih olmayan kâğıda imza atarak, istenildiğinde evden tahliye edileceğiniz beyanında bulunduğunuz taahhütname, ev sahipleri ve emlakçılar için ev kiralamanın temel koşulu olarak sunulmakta. Bu taahhütname, ev sahibinin bir biçimde kirasını alamadığında (ya da benim ev sahibim gibi % 300 artışa “Hayır” denildiğinde) kiracısını derhal evden çıkarmak için noter aracılığıyla ihtarname çekerek 15 gün içerisinde evi boşaltmasına yarıyor diyebiliriz. Her ne kadar kiracıların hakları hukuken düzenlenmiş olsa da tahliye taahhütnamesinin söz konusu olduğu tahliye davalarında uygulamada birlik görülmüyor. Kimi kiracılar bu taahhütnameyi baskı altında imzaladığını, imzaladığında üzerinde tarih olmadığını[3] belirtiyorlar. Kimileri farklı kalemle atılan imza olduğunu, sahtecilik yapıldığını söylüyor ve gerçekten de mahkemelerden olumlu sonuç alabiliyorlar. Kimileri ise sonuç alamadığı gibi ek masraflarla karşılaşabiliyor. Tüm bu mahkeme süreci, mahkemelerde biriken dosyalar nedeniyle en az bir yıl sürüyor. Her ne kadar mahkeme yoluna gitmek kiracılar için bazen çözüm olsa da sürecin psikolojik ve fiziksel olarak yorucu bir yükü olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

 

Haziran ayında getirilen % 25 kira artışı sınırlaması öyle yüzeysel, öyle düşünülmeden yapılmış bir düzenleme ki sorunu çözmemek üzere hayata geçirildiği izlenimi uyandırıyor. Üstelik sadece yerleşik kiracılar için % 25 düzenlemesini getirdiğinizde öğrencileri, şehir değiştirmek, bölge değiştirmek durumunda olanları, başka bir şehirde yeni işe girenleri, yoksulları düzenlemeden dışlamış oluyorsunuz. Eğer bu düzenleme, yeni kiralamalarda da “En son kiranın en fazla % 25 fazlasına kiralanabilir” gibi bir hüküm içerseydi belki bir nebze yararlı olurdu.[4] Ancak yine de hukukun etrafından dolanmayı mümkün kılan (% 25’lik artış üstündeki kirayı elden almak gibi) pek çok yolun daha şimdiden bulunduğunu görüyoruz. Bir konutu kiralamak için çoğu zaman bir kira ve bir kira bedeli kadar depozito istenebiliyor. Depozito bedeli, bir kira bedeli ile yasal olarak sınırlanmış olsa da bazı kentlerde depozitonun iki kira bedeli olarak istenmesi kanıksanmış durumda. Kimi durumda bir yıllık peşin kira bedeli ile ev kiralamak söz konusu.

 

Ancak tartışılması gereken ve aciliyet arz eden konu, devlet erkinin gücünün kırıldığı ve hukuksuzluğun en makro alandan en mikro alana kadar tüm boyutlarıyla Türkiye toplumunun tüm hücrelerine yerleştiği gerçeğidir. % 25 düzenlemesine uymak şöyle dursun, kimi kiracılar % 100 artışı kabul edip kendini şanslı hisseder hale dahi geldi. Ev sahibi ve kiracılar arasında yaşanan sözlü ve hatta fiziksel şiddet vakalarına her gün rastlamaya başladık. Dahası, kira göçleri nedeniyle şehir değiştirmek zorunda kalan, bu değişikliğin sosyolojik ve psikolojik etkilerini taşıyan pek çok insan var.[5]

 

Ah Nerede O Eski Mahallelerimiz…

Konuta yabancılaşma tartışması içerisinde bulunduğumuz durumu açıklıyor.[6] Komşulukların olduğu, organik dayanışmanın gerçekleştiği, kök salınan mekânları kaybetmek ve kentin sınıfsal yarılmalarla karşılaşma mekânlarının ortadan kalkması… Mahallenin çehresi ve çevresi değişir, belleği yok edilir. Dayanışma her yeni gelenle aşınır. Burada yaşamanın yolu kalmamıştır. Kimi zaman kent içerisinde kimi zaman ise başka kentlere yolculuk başlar. Üstelik mekânsal yarılmalar bir noktada konuta yabancılaşmayı da beraberinde getirir. Kendini evinde, yuvanda hissedememe halinin baskın olmaya başladığı günümüzde, Türkiye’de kadın olmak[7], Queer olmak[8], tek ebeveynli hane olmak, kamuda çalışmıyor olmak, kefil bulamamak gibi pek çok nedenle istediğiniz konuta erişiminiz kısıtlanmış oluyor.

 

Kira Kontrolüne İlişkin Örnekler

Bilindiği üzere, Almanya’da her iki kişiden biri kiracı.[9] Konu üzerine çalışanlar literatürde Almanya için “Kiracı Ulus”[10] tanımlaması yapıldığını bilirler. Almanya’da sosyal konut yapımı uzun zamandır durma noktasında. Özellikle Berlin kentinde ikamet edenlerin % 80’i kiracı durumunda. Berlin Kiracılar Birliği yılın başında kiralarda 5 yıllık bir dondurma kararı alınmasını sağlamıştı. Ancak karar anayasaya aykırı bulunup reddedilince Kiracılar Birliği, Berlin’deki gayrimenkul şirketleri tarafından yönetilen ve kiraya verilen yüz binlerce konutun kamulaştırılması için imza toplayarak referanduma gidilmesini sağladı. Referandumdan ise evet oyu çıktı.[11]

 

Kanada’da ise Türkiye’ye benzer şekilde kiralar enflasyon artışı oranında arttırılabiliyor. Ancak kimi durumlarda (konum, konutun içerisindeki imkânlar vs. nedeniyle) enflasyonun en fazla iki puan üstüne kadar artış yapılabiliyor. Hollanda’da bölgesel kira sınırlaması yapılmaya başladı. Fransa’da ise kiraladığınız konut için, üç yıl kira artışı yasak, üstelik kira yardımları ile kiraların büyük bir bölümü kamu bütçesinden karşılanmakta.

 

Aslında Türkiye’de de bir kira kontrolünün olduğunu söyleyebiliriz. Kira artışı, sözleşmenin sonlanacağı tarihten önceki ay itibarıyla resmi olarak açıklanan 12 aylık TÜFE oranıyla sabitlenmiştir. Ancak bu düzenleme, toplumsal yapının bozuk duvarlarına çarpıyor ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlâli, en baştan toplumun en küçük hücresine kadar sirayet ediyor. Kanun tanımamazlık en makro olanından en mikrosuna her durumda cezalandırılmıyor. Hal böyle olunca ev sahipleri kiracılarından alkol tüketmemesini, sigara içmemesini, gece hayatının olmamasını talep ederken iş özellikle genç kadınların evlerine gelen misafirlerin gözetlenmesine kadar varabiliyor. Girdiğimiz evler başkalarının küçük krallıklarındaki kalelere dönüşüyor.

 

Dünyanın pek çok yerinde sosyal konut uygulamaları görüyoruz. Türkiye’de ise bu durum pek geçerli değil. Erken Cumhuriyet döneminde işçi ve memurlar için lojmanların inşa edildiği ve bununla kentlerde yeni kurulan Cumhuriyet için emek arzını sağlamaya yardımcı olması beklendiğini biliyoruz. Barınma konusunda bir kolaylık ve rahatlama sağlasa da esasen lojman uygulamasının uzun süre Cumhuriyet’in şekillendirmek istediği vatandaş tipinin ortaya çıkacağı bir insan fabrikası olarak kullanıldığı da açık.

 

Çağdaş TOKİ örneğinde ise kentsel dönüşüm adı altında mahallelerin soylulaştırılarak mahalle halkının bölgeden uzaklaştırılmasına ve konutların rant değerini artırılmasına yönelik politikalara tanıklık ediyoruz. TOKİ bunu bazı alt şirketlere devir ile yaparak kendi çalışmalarımda “yoksulluğun metalaştırılması” olarak adlandırdığım sürece kadar vardırabiliyor. Sermayenin kent mekanına yayılması ve kendisini yeniden inşa etmesiyle özellikle barınma hakkı bağlamında yoksulluğun metalaşmasının gerçekleştiğini görebilirsiniz.

 

Sosyal politikanın neoliberal ideolojiye gömülü halde araçsallaştırılarak kullanılması[12] yoksulluğun metalaşmasının kapısını açmaktadır. Sermaye birikiminin bir unsuru haline gelen yoksulluk, kapitalist birikim dinamikleri çerçevesinde dışlanan bir unsur değil tam tersine sermaye birikiminin merkezine ve gerçek tahakkümüne tabi bir kategori olarak ortaya çıkar.

 

Artık yoksulluk sermaye için yeni bir dolaşım alanı haline gelmiştir. Sermaye için yoksulluktan değer üretilmiş, kamu kaynağı aktarılmıştır. Aktarılan kamu kaynağı konu bağlamında düşünüldüğünde kimi durumda sosyal konutların işletilmesinin özel şirketlere aktarımı ya da kentsel dönüşüm adı altında girilen mahallelerin parçalanmasında aranabilir. Konut gibi emeğin yeniden üretim alanı olan bir mekânda yoksulluğun metalaşması gerçekleştirilir. Fine’a (2009) göre bu dönemin farkı, piyasa ve özel sermayeye güvenin arttığı bir neoliberal kültürün pompalanması yoluyla özel sektörün kazanımlarının kamu kaynaklarınca savunulması ve finanse edilmesidir. Konut sorunu söz konusu olduğunda ise bu finansman, yoksulluğun metalaşmasına varır.

 

Sonuç

Son iki yıldır Türkiye’de uzun dönemdir devam eden gayrimenkulün finansallaşması sürecinin hızlandığını görüyoruz. Eskiden ev, yuva sahibi olmak orada aile kurmak, hayat kurmak, yerleşmek, komşuluk kurmak, dayanışmak olarak görülürdü. Günümüzde ise konut, sahip olduğu tüm bu sosyal anlamlarından soyutlandı. Yalnızca artan finansallaşmayla birlikte içerisinde yaşayan insanların sosyal ve psikolojik bağını önemsemeyen, birbirinin aynısı, “havalı”, “modern” konutlar dikildi. Konut sahibi olmak bir yana, barınabilecek bir konut bulabilmenin dahi zorlaşması ilerleyen dönemde özellikle Y ve Z kuşağı için farklı anlamlara gelebilir. Sürekli güvencesizlik ve geleceksizlik belki şimdi, bu yazı kapsamında, konut sorunu üzerinden ayyuka çıkıyor fakat çok daha derin. Bir kere daha tekrarlayalım. Barınma 1947’den beri Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’ndedir ve en temel insan hakkıdır, bunu akıldan çıkarmamalıdır.

 

[1] 23 Haziran 2022 tarihli ilk yazıya erişmek için: https://blog.insanhaklariokulu.org/tarihin-yaptigi-bir-hatirlatma-barinma-insan-hakkidir/.

[2] Bu yazıda kısaca bahsedilse de piyasanın prensiplerine dair tartışma başka bir çalışmanın konusu olacak.

[3] Sözleşmede şekil noksanlığı borçlar hukukunda butlan sebepleri arasında sayılır. Pek çok tahliye taahhütnamesi davasında da şekil noksanlığı üzerinden gidildiği bilinmektedir.

[4] Yanlış anlaşılmak istemem. Sunduğum bu öneri liberal itikada bağlı ekonomik açıdan piyasaya güveni taze olanlar için. Benim ise tarafım ücretsiz, yaşanabilir konutun insan hakkı olarak sunulması. Burada yapılan düzenlemenin, bir yıldır yükselen sesleri kısmak adına bir düzenleme olduğunu söylemek için sistem içerisinden eleştirilerimi öncelikli sıralıyorum.

[5] BBC World Türkçe (2022) “Kiraların önlenemeyen artışı: Taşınmak zorunda kalanlar anlatıyor”, https://youtu.be/02uVQH465b0, [Erişim Ağustos 2022].

[6] Madden, D. ve Marcuse, P. (2016) In Defense of Housing: The Politics of Crisis, New York: Verso

[7] Öyle ki genç kadınlar özellikle bazı ev sahipleri tarafından evlerinden çıkarılmak istendiklerinde, ailelerine ulaşılarak eve gelen misafirlerinin anlatılması ya da su ve elektriğin kesilmesi tehdidiyle yıldırılmakta.

[8] Kiralanacak ev bulunması ekonomik zorlukların üstüne bir de kimliğin, cinsel yönelimin eklenmesiyle içinden çıkılamayan bir denklem haline gelmekte.

[9] Eurostat (2020) “House or flat – owning or renting”, https://ec.europa.eu/eurostat/cache/digpub/housing/bloc-1a.html, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[10] Wangstyl, Stefan (2014). “Germany: Tenant Nation State.” Financial Times, http://www.ft.com/cms/s/0/14fe8e4c-1567-11e4-ae2e-00144feabdc0.html#axzz3G8q1nLbm, [Ağustos 2022].

[11] 2021 yılında özellikle Berlin’de artan kiralar nedeniyle konuta erişimin sınırlanması ile Kiracılar Birliği kuruldu ve birlik harekete geçerek en azından 5 yıl için Berlin’de kiraların dondurulması yönünde yerel yönetime baskı yapmış ve bu isteklerini kabul ettirmişti. Ancak sonrasında karar hukuka aykırı bulundu. Detaylar için bakınız: Euronews (2021) “Berlin’de konut krizi: Halk referandumda 200 binden fazla konutun kamulaştırılmasına evet dedi”, https://tr.euronews.com/2021/09/27/berlin-de-konut-krizi-halk-referandumda-200-binden-fazla-konutun-kamulast-r-lmas-na-evet-d, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[12] Fine, B., (2009) “Financialisation and Social Policy”, UNRISD, Geneva. https://eprints.soas.ac.uk/7984/1/unrisdsocpol.pdf, [Erişim Tarihi, Mayıs 2021].

Akdeniz Üniversitesi, İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, Dr. Araştırma Görevlisi. Konut sorunu üzerine çalışıyor.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.