Zorunlu Din Dersi Gerçekten Zorunlu mu?

Radikal İki’de 30 Ocak Pazar günü yayımlanan yazısında; Osman Can, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) fetişizmini eleştiriyor ve Anayasa dururken hukukçuların çok daha dar kapsamlı AİHS’ye sarılmasını öncelikli olarak yargıçların Anayasadaki 63 tane temel hak güvencesinden habersiz mezun olmasına bağlıyordu. Editörün azizliğinden midir bilinmez, aynı sayfada yayımlanan diğer yazıda, Yüksel Işık inanç özgürlüğüne yollama yaparak Alevilerin cemevlerinin ibadet yeri sayılması için yaptıkları başvurulara verilen olumsuz cevapları işliyordu. Muhtemeldir ki, bu başvurucular da Türkiye’de çözümsüz kalan taleplerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacaklar. Bu hafta içinde yine Radikal gazetesinde yayımlanan zorunlu din dersi haberi, halkımızın bu yeni ama yararlı fetişizminin bir başka örneğini sunuyor ve bu fetişizmin öyle kolay kolay da sonlanmayacağını gösteriyor.

 

Zorunlu Din Dersi Sorunu

Aslında sorunun özü Anayasa ve yasalarda 63 veya 663 güvence bulunması değil, bulunan güvencelerin nasıl okunduğu. Geçtiğimiz hafta içinde Radikal’e manşet olan bir haber, bu okuma sorununa ilişkin tipik bir örnek oluşturuyor. Hilal Köylü imzası ile yayımlanan “Eğitimde Alevi çıkmazı” haberi, AİHM’de çözüm aranan bir başka temel hak sorununu anlatıyor. Haberde belirtildiği gibi, bir Alevi vatandaş çocuğunun zorunlu din dersinden muaf tutulması için İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurmuş, bu talebi reddedilmiştir. Bu ret kararı karşısında idari yargı yoluna başvuran H.Z., iç hukuk yollarını tükettikten sonra sorunu Strazburg’a taşımıştır. AİHM tarafından kabul edilebilir bulunan başvuru esastan incelenmeye başlanmıştır. Davada esasa ilişkin savunmasını hazırlayan Dışişleri Bakanlığı, Diyanet ile Milli Eğitim ve Adalet bakanlıklarına, zorunlu din derslerinin din ve vicdan özgürlüğüne ters düşen bir yanının olup olmadığını sormuştur. Milli Eğitim Bakanlığı bu talebe şu şekilde cevap vermiştir: “Anayasa ve Milli Eğitim Temel Kanunu, din dersini zorunlu dersler arasında sayar. Bakanlığımızın ‘Alevilik müfredatta yok’ gerekçesiyle kimseyi din dersinden muaf tutmaya yetkisi yoktur. Din dersinde Anayasa’ya ya da Milli Eğitim Temel Kanuna’na aykırı bir değişiklik yapılması hiçbir şekilde söz konusu olamaz.” Habere göre AİHM’ye Türkiye’nin cevabını gönderecek olan Dışişleri Bakanlığına göre de, Türkiye’de Anayasa değişmedikçe, kimsenin zorunlu din dersinden muaf olabilmesi mümkün değildir.

 

Sorun Gerçekten Çözümsüz mü?

Sorunun kaynağını oluşturan 1982 Anayasası’nın 24. maddesine göre “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ise sadece bu ifadeyi tekrar etmektedir.

 

İdari yargı hakimleri, Milli Eğitim ve Dışişleri Bakanlığı hukukçuları bu hükmü, “tüm ilköğretim ve lise öğrencileri din dersi almak zorundadır” şeklinde okudukları için 20 yıldan uzun bir süredir insanlar istemedikleri halde din dersi almışlar, sorun iç hukukta çözülemediği için AİHM’ye taşınmıştır.

 

Bu yorumun doğru olup olmadığını saptamak için öncelikle bu hükmün muhatabının kim olduğunun saptanması gereklidir. Birinci ihtimal, hükmün muhatabı yasama ve yürütme organlarıdır. Bu durumda, bunlar müfredata zorunlu din dersi koymak ve uygulamak zorundadırlar ama istemeyen bu derse devam etmeyebilir.

 

İkinci ihtimal, bu hükmün muhatabı din dersine girmek zorunda olan vatandaşlardır. Ancak Anayasa’da “herkes din dersi almak zorundadır, bunun da istisnası olamaz” diye bir ifade yoktur. Her ne kadar 24. maddenin içinde bulunduğu İkinci Bölüm’ün başlığı kişinin hakları ve ödevleriyse de, herhalde “din dersine girme ödevi” diye bir ödevden bahsetmek Anayasanın ruhuyla bağdaşmaz.

 

O halde, Anayasa’da ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda öngörülen “zorunluluk” müfredatta din dersinin bulunmasıdır. Gerçekten de 24. maddenin devamında “Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.” ifadesi yer almaktadır. Demek ki, Anayasanın amacı kişilere zorunlu din dersi vermek değil, tam tersine Anayasada belirtilen dışında zorunlu din eğitimi yapılmasını engellemektir. Madde gerekçesinde de bu durum ifade edilmiştir. Yani 24. madde bir bütün olarak rahatlıkla bir sınırlama hükmü değil, güvence hükmü olarak okunabilir.

 

O halde 24. maddedeki zorunlu din dersine ilişkin cümle rahatlıkla şu şekilde anlaşılabilir: “İlköğretim ve lise düzeyinde din dersinin müfredatta bulunması zorunludur. Devlet, öğrencinin velisi aksi yönde irade beyanında bulunmadığı sürece tüm öğrenciler bu dersi vermekle yükümlüdür.”

 

Zorunlu din dersi kavramı, muafiyet olanağını dışlayan bir kavram değildir. Nitekim AİHM, Polonya aleyhine açılan yakın tarihli iki davada “muaf tutulma” imkanının bulunması durumunda zorunlu din dersi ile Sözleşmenin ihlal edilmeyeceği sonucuna ulaşmıştır. (Saniewski/Polonya, C.J ve Diğerleri/Polonya)

 

Ancak Osman Can’ın belirttiği gibi çok daha sağlam bir dayanak Anayasa’nın kendisinde mevcuttur. Şöyle ki; Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin getirilecek sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz, hakkın özüne dokunamaz. Anayasanın doğru yorumu ancak tüm hükümleri birlikte dikkate alındığında yapılabilir. Bizzat Anayasada öngörülen temel hak sınırlamaları yorumlanırken de bu güvence hükmünün dikkate alınması gerekir. Zorunlu din dersi bir temel hakka müdahale niteliğinde olduğuna göre ve Anayasa da açıkça tüm öğrenciler din dersi almak zorundadırlar şeklinde bir ifade içermediğine göre; 24. maddedeki “Din kültürü ve ahlak öğretimi […] zorunlu dersler arasında yer alır” hükmünü herkes din dersi almak zorundadır şeklinde yorumlamak Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olur ve bu din ve vicdan hürriyetinin özüne dokunacak bir nitelik taşır.

 

Bu nedenle, Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin ifadesinin tersine, zorunlu din dersinden dileyenin muaf olacağına dair kanuni bir düzenleme Anayasaya aykırı olmayacağı gibi, tam tersine Anayasanın öngördüğü tarzda bir düzenleme olacaktır. Böyle bir düzenleme yapmak içinde AİHM’nin vereceği kararı beklemeye gerek yoktur.

 

Bundan Sonrası Ne Olacak?

AİHM’deki dava çok büyük bir sürpriz olmazsa Türkiye’nin aleyhine sonuçlanacaktır. Çünkü hem Strazburg içtihadı hem de Türkiye’nin 2003’de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi’nin görüşünde açıkça ortaya çıkan üç ana nokta vardır:

  1. Devlet okullarında müfredatta din dersi bulunabilir.
  2. Din dersi bir dini doktrinin öğrencilere aşılanması şeklinde yürütülemez.
  3. Din dersi zorunluysa ya öğrencilere ayrım gözetilmeksizin din dersinden muaf olma imkanı tanınmalı veya velilerin rızasına uygun başka alternatifler gösterilmelidir.

 

Devletin ikinci ve üçüncü maddelerden birini seçme imkanı yoktur. Bir başka deyişle, (2) ve (3)’de sayılan şartlar birbirlerine alternatif değildir. Din dersi zorunlu olarak okutulacaksa her iki güvencenin de sağlanması gerekir.

 

Bir süredir Milli Eğitim Bakanlığı’nın ikinci başlık altında çalıştığı bilinmektedir. Yirmi yıldır yapılmayan bu çalışmanın başlamış olmasında Strazburg’daki davanın rolünün büyük olduğuna şüphe yoktur. Gecikmiş olmakla birlikte, yine de böyle bir çalışmanın başlamış olması yerindedir ve tüm inanışlara tarafsız bir müfredat hazırlanması için azami bir özen gösterilmesinde fayda vardır. Ancak sadece bu alanda yapılacak bir çalışma çözüm üretmekten uzak olacaktır. Öncelikle, yirmi yıldır okullarda belli bir mezhebi anlatan ve eğitimlerini buna göre almış olan bir kadronun bir yıl içerisinde Türkiye’nin her yerinde tüm dinlere eşit mesafede durabilecek bir eğitim modelini benimsemeleri imkansız değilse bile çok zordur. İkinci olarak ise, sadece bu alanda yapılacak bir çalışma yukarıda (3) nolu başlıkta açıklandığı gibi uluslararası yükümlülükleri yerine getirmek açısından yeterli değildir.

 

Sonuç olarak kısaca şunu söyleyebiliriz ki; AİHM’den gelecek kararı beklemeye gerek olmaksızın ve Anayasayı da değiştirmeden din dersinden muafiyet olanağı sağlamak mümkündür, yeter ki Anayasayı doğru okuyalım.

 

13 ŞUBAT 2005 TARİHLİ RADİKAL 2’DE YAYIMLANAN BU YAZIThe Conversation RADİKAL ARŞİVİNE ULAŞMANIN ARTIK MÜMKÜN OLMAMASI VE 28 TEMMUZ 2022 TARİHİNDE RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANAN ANAYASA MAHKEMESİ HÜSEYİN EL VE NAZLI ŞİRİN EL KARARI İLE KONUNUN GÜNCEL HALE GELMESİ NEDENİYLE TEKRAR YAYIMLANMIŞTIR.

2018 yılı sonuna kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde insan hakları hukuku alanında öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Lisansını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlamış; yüksek lisansını aynı üniversitenin kamu hukuku bölümünde doktorasını ise Leeds Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Altıparmak, 2017 yılı sonunda kapatılana kadar AÜ SBF İnsan Hakları Merkezi Müdürü olarak görev yapmıştır. Altıparmak, üniversite dışında da insan hakları örgütleriyle çok sayıda projede rol almıştır. 2007 yılından beri İnsan Hakları Ortak Platformu çatısı altında yürütülen çalışmaları arasında Türkiye’de AİHM Kararlarının Uygulanmasının İzlenmesi ve Cezasızlıktan Sorumluluğa programları bulunmaktadır. Altıparmak bunun yanında İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yaman Akdeniz’le bir dizi ifade özgürlüğü projesi yürütmüştür. Türkiye’de Demokratikleşme ve İfade Özgürlüğü programı kapsamında hukukçuların konuya ilişkin bilgilerinin artırılması yanında gazeteci, insan hakları savunucuları, akademisyenler gibi ifade özgürlüğü hak mağdurlarına hukuksal destek de verilmiştir. Bu kapsamda Altıparmak ve Akdeniz, Türkiye’de YouTube ve Twitter’a uygulanan engellemeyi Anayasa Mahkemesi’ne, bir diğer YouTube engellemesini ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvurular sayesinde kaldırtmayı başarmıştır. Altıparmak çalışmaları nedeniyle şu ödüllere layık görülmüştür: Türkiye Yayıncılar Birliği (2014), Halit Çelenk Hukuk Ödülü (2015), Columbia Üniversitesi Global İfade Özgürlüğü Ödülü (2016), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü (2016), Fransız-Alman İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Ödülü (2017). Altıparmak’ın araştırma konuları arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ifade özgürlüğü, işkencenin önlenmesi, hak kuramı ve cezasızlık bulunmaktadır.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.