Atina başta olmak üzere Yunan polis‘lerinin M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında Makedonya denetimi altına girmesiyle başlayan süreç yurttaşlık kavramının tarihteki serüveninin bir bakıma gri alanıdır. Atina’nın Makedonya boyunduruğu altına girmesine paralel olarak yurttaşlığın yerini imparatorluğa aidiyetin (ya da imparatora kulluğun) aldığını sıklıkla okuruz. Kimi yazarlar, evrensel tahakküm iddiasında bulunan bir imparatorluğa aidiyetin felsefedeki izdüşümünün, Stoacılık başta olmak üzere çeşitli düşünce akımlarınca beslenen “dünya yurttaşlığı” fikrinin yayılması olduğunu belirtir. Bazen de Yunan dünyasının (hatta genel olarak “Batı”nın ya da Avrupa’nın) bir bakıma yapıtaşı olan yurttaşlığın Doğu kaynaklı kulluk karşısında yenilgiye uğradığını duyarız. Her durumda Atina’nın görkemli günlerinin ideal yurttaşlığı ya da yurttaşlık ideası adeta uzun süren bir uykuya dalmış gibidir, yüzyıllar sonra özgürlüğüne düşkün Avrupa burjuvaları tarafından uyandırılmayı beklemektedir.
Yurttaşlığın tarihinin klasik Atina dönemini takip eden evresine dair yaygın anlatıyı tartışmaya açmayı amaçladığım bu kısa yazıda yurttaş ve tebaa ya da kul arasındaki ayrımın Eski Çağ’daki örneklerine değineceğim. Bunun yanında kozmopolitizmin M.Ö. 4. yüzyıldan Roma dönemine kadar gelişimine dair genel bir çerçeve çizeceğim.
Doğu’nun Kulları, Batı’nın Yurttaşları?
İngiliz tarihçi George Grote, anıtsal eseri Yunanistan Tarihi‘nin on ikinci ve son cildini 1856’da yayımlamıştı. Büyük İskender’i merkeze alan bu ciltte Yunan dünyasının (ve onun mirasçısı olan modern Batı dünyasının) yurttaşlığa dayalı siyasal kültürü ile Doğu’nun kulluğa dayalı siyasal kültürü arasında mutlak bir karşıtlık kuruyordu. Ona göre Büyük İskender Makedonya’yı ve Yunanistan’ı “Asyalılaştırmış”, Doğu’ya mahsus kraliyet anlayışını Yunanistan’a dayatmıştı; Yunanlılar artık “Hellas’ın yurttaşları” olmaktan çıkmış, yabancı bir hükümdarın araçları haline gelmişlerdi (Grote, 1856, s. 268, 271). Bu yorumlar 19. yüzyıl oryantalizminin ve Eski Yunan dünyasını romantikleştiren yaklaşımının iyi örnekleridir. Daha 1857’de Edinburgh Review sayfalarında Grote’un Doğu ve Batı’ya dair değerlendirmelerinin kolaycılığını gündeme getiren eleştirilere rastlarız (daha yakın tarihli bir eleştiri için bkz. Briant, 2018, s. 74-77). Ancak 2020’li yıllarda da bu değerlendirmeler çekiciliğini korumaktadır: “Bizde neden yurttaş bilinci yok?” sorusuna “Batı yurttaşlığı üç bin yıl önce keşfetti, Doğu ise kullukla kaimdir” yanıtı kolaylıkla verilebilmektedir.
Bütün bu değerlendirmelerde kaçırılan nokta, “Yunan yurttaşlık anlayışı” diye bildiğimiz olgunun M.Ö. 5.- 4. yüzyıllar gibi son derece kısa bir zaman diliminde ortaya çıkması ve dahası Atina ve birkaç demokratik polis ile sınırlı olmasıdır. Ve demokrasi gibi yurttaşlık da Yunan yarımadasının veya İyonya’nın havasından-suyundan veya Yunan halkının kendine has özelliklerinden kaynaklanan bir özgür ruhluluğundan değil, kentlerin aristokrat tabakasının ayrıcalıklarına karşı avam halkın verdiği mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Demokrasi deneyimi Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi) ve Sakız gibi polis‘lerle sınırlı kalıp Atina gibi okur-yazar sayısının görece fazla olduğu zengin, nüfuzlu ve bir polis‘te yaşanmasaydı, muhtemelen Antik Yunan demokrasisinden veya yurttaşlığından bahsetme gereği duymayacaktık; tıpkı Antik Çin ve Hindistan’ın kralsız devlet yapılarından (Keating, 2011; Sharma, 2005, s. 367-369) bahsetme gereği duymadığımız gibi.
Özetle, demokrasi ve demokratik yurttaşlık, Kuzeydoğu Akdeniz havzasında sınıf mücadelesinin özgül bir sonucu olarak güç kazanmıştı. Antik Çağ’da tüm dünyada olduğu gibi Kuzeydoğu Akdeniz’de de krallık ve kulluk kaide, demokrasi ve demokratik yurttaşlık ise istisnaydı. Zaten kırılgan olan demokratik rejimlerin savaşlar ya da iç çatışmalarla zayıflamasıyla Yunan dünyası kolaylıkla demokrasiden krallığa, yurttaşlıktan kulluğa geçiş yapabiliyordu. Yani, demokratik yurttaşlık ve kulluk bir halkın ya da bir bölgenin kadim kültürüne içkin unsurlar değildi; toplumsal ve siyasal mücadelelerin dönüşümüne bağlı olarak bunlardan biri ya da diğeri bir toplumda hızlıca kök salabiliyordu.
“Bu Dünya Benim Memleket”
Yurttaşlığın tarihsel gelişimine dair anlatılarda, Aristoteles sonrasında polis’lerin yerlerini imparatorluğa bırakmasına paralel olarak yurttaşlığın yerine kozmopolitizmi (dünya yurttaşlığını) öne çıkaran fikirlerin yaygınlaştığını okuruz. Kısmen doğru bir öyküdür bu. Gerçekten de önce Makedonya İmparatorluğu döneminde, sonra da Roma’nın emperyal yayılma dönemlerinde dünya yurttaşlığı filozoflarca giderek daha çok işlenen bir tema haline gelmiştir. Ancak sözcüğün Makedonya İmparatorluğu öncesinde de kullanılmış olması muhtemeldir. “Nerelisin?” sorusuna “dünya yurttaşıyım” (kosmopolites) yanıtını veren Sinoplu ya da Kinik (“Köpeksi”) Diogenes’in yaşamının büyük bir kısmı Makedonya yayılması öncesindeki Atina’da geçmişti. Onun yaşamı boyunca Atina’nın kurulu düzenine karşı çıktığını biliyoruz. Dolayısıyla dünya yurttaşlığı fikrinin yayılmasının polis’in zayıflamasıyla değil, Diogenes gibi polis’ten dışlanan filozofların çabalarıyla başladığı tahmininde bulunabiliriz.
Diogenes’in öğrencisi, Kinik ekolün ilk nesil önemli temsilcilerinden Krates de dünya yurttaşlığı fikrini veciz bir ifadeyle özetlemişti: “Benim yurdumun tek bir kulesi, tek bir damı yok; / dünyanın her yerinde kentler ve evler / beni içinde barındırmaya hazır.” (akt. Diogenes Laertios, 6.98). Günümüze fragmanlar halinde ulaşan diğer fikirlerini de dikkate alarak, Diogenes’in ve Krates gibi erken dönem Kiniklerin amacının tüm insanlığa ya da henüz inşa edilmemiş bir Dünya devletine değil, doğanın tamamına aidiyeti vurgulamak olduğunu tahmin edebiliriz (Dockstader, 2021).
Krates’in en meşhur öğrencisi, Stoacılığın kurucusu Kitionlu Zenon benzer bir fikri savunmaya devam edecekti. Plutarkhos’un onun fikirlerinden yaptığı özeti aktarırsak, ideal toplumun şöyle özellikler taşımasını temenni ediyordu: “herkesi tek bir toplumun ve devletin bir üyesi olarak düşüneceğiz ve hepimizin ortak bir yaşamı ve düzeni olacak, aynı yerde beslenen ve ortak otlağı paylaşan bir sürü gibi olacağız” (Zenon, D178). Metoikos’ların ve kölelerin statülerine özel bir yer ayırmasa da Zenon’un tüm insanları kapsayan bir dünya-kent yurttaşlığını savunduğunu anlıyoruz. Onu takip eden Stoacılar tüm varlık alanını büyük bir kent gibi tasavvur edecek, bu “kent”in gerçek sakinlerinin erdemli kişiler olduğunu iddia edecek, erdemin tüm insanlarda bulunan bir özellik olduğunu da belirterek arkaik ve klasik dönem yurttaşlık anlayışlarının yüklü olduğu sınıfsal sınırlamaları bir kenara bırakacaktı.
Romalı Olmak, Dünyalı Olmak
Roma İmparatorluğu’nun yükselişiyle kentli/yurttaş (Latince cives) kavramı bir defa daha gündeme gelecekti. Roma hem bir kentin hem de bütün imparatorluğun adıydı. M.Ö. 2. yüzyıldaki muazzam yayılma süreci sonucunda neredeyse tüm Akdeniz havzası Roma’dan yönetilmeye başlansa da Roma kentlisi/yurttaşı statüsü, baba ve anne tarafından Roma kentinin yerlisi olanlarla sınırlıydı; diğer kentlerin ve bölgelerin sakinleri için farklı statüler bulunuyordu. M.Ö. 90 civarında başlayan bir süreçle İtalyan yarımadasında yaşayan özgür kişilerin büyük bir kısmı, uzun mücadelelerin sonucunda, Roma yurttaşı kategorisine dahil edilecekti (Kendall, 2013). Buna karşılık Roma halklarının büyük bir kısmı doğrudan Roma yurttaşı sayılmıyor, Roma yurttaşlığının sağladığı hak ve imtiyazlardan yararlanamıyorlardı. Roma yurttaşı sayılan kadınların (Atina’daki yurttaş kadınlar gibi) erkeklere göre sınırlı hakları ve farklı görevleri vardı. Kölelerin statüsü ise eşyadan pek farklı değildi.
Bu arada Roma düşünürleri Roma yurttaşlığının yanında Dünya yurttaşlığı (ya da “Dünyalılık”) üzerine de düşünmeye başlamışlardı. Cicero kentin yasalarına tâbi olmanın gereğini vurgulamakla birlikte aynı zamanda her şeyin ve herkesin tâbi olduğu doğal yasalara tâbi olmanın önemine dikkat çekiyordu. Bu iki düzeyin uyumu ve tamamlayıcılığı kentlilik/yurttaşlık için de geçerliydi; Stoacı düşünürler Seneca ve Marcus Aurelius kentin yurttaşı olmakla tüm dünyanın “yurttaşı” olmanın birbirini tamamlayacağını düşünüyorlardı. Dünyalılık pek çok düşünüre göre bilge insanların hakkını verebileceği, ancak hiçbir durumda Roma yurttaşlığıyla çelişmeyen bir konumdu. Dolayısıyla ilk dönem Kiniklerin halihazırda var olan, içinde yaşadıkları ancak tam olarak dahil edilmedikleri polis yapısını ve dışlayıcı yurttaşlık anlayışını eleştirmek için kullandıkları “dünya yurttaşı” kavramı artık yerleşik kent ve toplum yapılarıyla barışık hale gelmişti. Filozoflar bu dünya yurttaşlığı anlayışının tarihini Stoacılardan ve Kiniklerden de geriye götürmüşler ve daha prestijli bir kurucuya atıf yapmışlardı: M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Cicero başta olmak üzere pek çok düşünür, Sokrates’in kendini dünya yurttaşı olarak tanımladığı, muhtemelen bu dönemlerde uydurulmuş olan, bir alıntıya eserlerinde yer vereceklerdi. Plutarkhos ve Epiktetos gibi M.S. 1. yüzyıl düşünürleri de de Sokrates’e atfedilen bu sözleri tekrarlayacaklardı (Heater, 1996, s. 7).
***
Klasik dönem Atina yurttaşlığının önce kullukla, sonra da kozmopolitizmle karşılaşıp tarihe karışmasının öyküsü günümüze ne söyler? Her şeyden önce, oryantalist tarihyazımının iddialarının aksine, kulluk “Doğu”nun kaderi değildir, tıpkı yurttaşlığın Yunan dünyasının dünyaya armağanı olmadığı gibi. Yurttaşlık Eski Çağ tarihinin belirli bir döneminde özgül koşullarda, aristokrat olmayanların hak mücadelelerinin sonucu olarak ortaya çıkmış, demokratik rejimlerin çöküşüne bağlı olarak yerini başka aidiyet biçimlerine bırakmıştı. Daha M. Ö. 4. yüzyılın ortalarından itibaren önce Kinikler, sonra da Stoacılar demokratik yurttaşlığın sınırlarını fark etmiş, dünya yurttaşlığını bir alternatif olarak ortaya koymuşlardı. İmtiyaz eleştirisinde ve eşitlik savunusunda demokrasinin ve demokratik yurttaşlığın fersah fersah ötesine geçen bu kozmopolitist kavrayış (Roma döneminde Roma yurttaşlığı fikriyle birleşip düzenle barışık hale gelse de) Antik Çağ’ın en eleştirel siyasal fikirlerinden biriydi. Belki de dışlayıcı Atina yurttaşlığını idealleştirmek yerine Kiniklerin kapsayıcı dünya yurttaşlığının günümüzdeki imkânları ve sınırlılıkları üzerine düşünmek günümüzün eleştirel yurttaşlık tartışmaları açısından çok daha ufuk açıcı olacaktır.
Briant, Pierre, From Cyrus to Seleukos: Studies in Achaemenid and Hellenistic History, UCI Jordan Center of Iranian Studies, 2018.
Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan Şentuna, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2007.
Dockstader, Jason, “Cynic Cosmopolitanism”, European Journal of Political Theory, 20(2), 2021, s. 272-289.
Grote, George, History of Greece: Vol. XII, London: John Murray, 1856.
Heater, Derek, World Citizenship and Government: Cosmopolitan Ideas in the History of Western Political Thought, London: Palgrave Macmillan, 1996.
Keating, Pauline, “Digging for Democracy in Ancient China”, Isakhan, Benjamin & Stockwell, Stephen (haz.) The Secret History of Democracy, New York: Palgrave Macmillan, 2011, s. 60-75.
Kendall, Seth, The Struggle for Roman Citizenship: Romans, Allies, and the Wars of 91-77 BCE, Piscataway: Gorgias Press, 2013.
Sharma, Ram Sharan, Aspects of Political Ideas and Institutions in Ancient India, Delhi: Motilal Banarsidass, 2005.
Zenon ve Kleanthes, Stoa Felsefesinin Kuruluş Fragmanları, çev. C. Cengiz Çevik, İstanbul: Albaraka Yayınları, 2021.
Galatasaray Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler bölümünü bitirdi. Yüksek lisans derecesini Paris 1 Panthéon-Sorbonne Üniversitesi Tarih bölümünden aldı. Doktora çalışmalarını yine aynı üniversite ile Budapeşte Eötvös Loránd Üniversitesi arasındaki ortak bir program çerçevesinde tamamladı. Doçent unvanını siyasal düşünceler alanında aldı. Halihazırda Praksis dergisi danışma kurulunda yer almakta, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi (profesör) olarak görev yapmaktadır. Siyasal düşünceler tarihi, siyaset felsefesi, kültür tarihi ve siyasal tarih alanlarında çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış makalelerinin yanı sıra Lukács: Marx’a Giden Yol (2006), Siyasal Düşünceler Tarihine Giriş: Tarihyazımı, Temel Yaklaşımlar ve Araştırma Yöntemleri (2017) ve Siyasal Düşüncelerin Toplumsal Tarihi (2021, üç cilt) adlı kitapları bulunmaktadır.
-
Ateş Usluhttps://blog.insanhaklariokulu.org/yazar/ates-uslu/Kasım 9, 2023