Sansür Yasası Tartışmasında Gözden Kaçan Birkaç Nokta

Sansür yasasının basın ve ifade özgürlüğüne etkileri üzerine sadece basın meslek örgütleri değil, insan hakları ve ifade özgürlüğü hakkında çalışan akademisyenler, avukatlar, hak örgütü temsilcileri pek çok kez görüşlerini dile getirdi. Tamamının ortaklaştığı nokta yasanın toplumda yaygın bir otosansüre neden olabileceği, sosyal medya ve anlık haberleşme programları üzerindeki denetimin görülmemiş düzeye çıkacağı yönündeydi. Hem hukuki görüş hem de meslek örgütlerinin yaklaşımını gözden geçirmek için refleksiyon.org internet sitesine ve Medya Dayanışma Grubu/Gazeteciler Cemiyeti açıklamalarına bakılabilir.[1]

 

Daha önceki değerlendirmeleri tekrar etmemek amacıyla bu yazıda yasanın hayatımızda neleri değiştireceğinden daha çok basın yasalarının geçmişini hatırlatmak, TBMM Genel Kurulu aşamasında kulislerden yansıyanları aktarmak, MHP’nin direncine değinmek ve bazı meslek örgütlerinin durumu hakkında bilgi vermek tercih edildi.

 

İktidarın zihin ortağı Demokrat Parti döneminden bir hatırlatmayla başlayacak olursak, önce A. Menderes döneminde basın yasalarının defalarca değiştiğini ve her seferinde daha baskıcı, daha antidemokratik hükümler içeren yasalar haline geldiklerini söylememiz gerekir. Eleştirel medyaya yönelik iktidar tepkilerini okudukça 50’li yıllarla günümüz arasındaki benzerlik karşısında şaşkınlık duyan çoktur. Aynı şaşkınlık yasa metinlerindeki benzerlikte, gazetecilerin yargılanması ya da basın özgürlüğü atmosferinin tarifindeki paralelliklerde de yaşanır.

 

Türkiye’de bir dönem iktidara gelenlerin ilk işi basın yasasını değiştirmek oldu. Adnan Menderes 1950’de seçimden zaferle çıkar çıkmaz Hıfzı Topuz’un deyimiyle gazetecilerin bayram etmesini sağlayacak yeni basın yasasını hazırladı ve hapisteki gazetecilere af çıkardı.[2] 10 yıl sonra Menderes’i deviren cuntanın da aynısını yapmak durumunda kalacağını kimse tahmin edemezdi.

 

1950’de yeni basın yasası gazeteciye sendika kurma hakkı, yazılı sözleşme, kıdem tazminatı gibi haklar getiriyordu. Gazeteciler bu yasayı ve cezaevindeki meslektaşlarının salıverilmesini sevinçle karşıladı ama bayram havası kısa sürecekti. 1954’te basın yasası değişti. Bugün çok tanıdık gelecek bir değişiklikti yapılan. Ve ardından gazeteci soruşturmaları furyası başladı. Üstelik yine bugünkü gibi bir seçim arifesinde ihtiyaç duyuldu bu değişikliğe, 2 Mayıs 1954 seçimlerinin hemen öncesiydi. Bakın hangi değişiklikler yapıldı basın kanununda:[3]

6334 sayılı kanun/ 1954- Madde 3: Devletin siyasi veya mali itibarını sarsacak veya ammenin telaş ve heyecanını mucip olacak mahiyette yalan haber veya haberler ve havadisleri veya bu mahiyetteki vesikaları neşredenler, 1 seneden 3 seneye kadar hapis ve 2 bin 500 liradan aşağı olmamak üzere para cezası ile cezalandırılır.[4]

 

Büyük tartışmalara ve tepkilere karşın 1954’te kabul edilen bu madde bugünkü dezenformasyon bahaneli sansür yasasındaki meşhur 29. maddeyi andırıyor, hatırlayalım:

7418 Sayılı Kanun / 2022 – Madde 29: Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.[5]

 

Beterin Beteri Var

Bir tarafta kredi, kâğıt ve reklam hatta örtülü ödenek destekleriyle “besleme basın” oluşturan iktidar, diğer taraftaki gazetecileri “bir kısım basın” olarak nitelemeye başlamıştı. İlk dört yıllık yayınları hiç beğenmeyen iktidar 1954’teki 3. madde ve resmi sıfatlara sahip olanların eleştirilmesini önleyen suç tanımları getiren maddelerle gazetecileri bir bir soruşturmaya uğratıyordu. Ama bu da iktidara yetmedi. İki yıl sonra bu maddeyi ayrıntılandırdı. 1956’da kabul edilen yeni madde ile 3. madde genişletildi. Altan Öymen bu değişikliği, maddenin 42 sözcükten 262 sözcüğe çıkarılması olarak ifade eder,[6]  madde özetle şöyle:

6732 Sayılı Kanun/1956- Madde 3: Devletin siyasi veya mali itibarını sarsabilecek veya ammenin telaş ve heyecanını mucip olabilecek, yahut amme nizamını veya halkın devlete karşı beslediği itimat ve emniyeti sarsabilecek, veya her ne suretle olursa olsun ammenin huzur ve sükununun bozulmasını tevlid edebilecek mahiyetteki vesikaları neşredenler veya bu şekilde yazı yazanlar…

devletin veya hükümetin hariçteki itibar ve nüfuzunu kıracak şekilde asılsız, mübalağalı veya maksad-ı mahsusa müstenit (özel amaca dayalı) haber, havadis veya malumatı yabancı memleketlerde neşredenler…

resmi makam, merci, heyet, teşekkür, veya resmi sıfatı haiz olanlar aleyhine tahrik edici mahiyette neşriyatta bulunanlar…

resmi makam ve teşekküllere olan saygı ve itimadı sarsacak mahiyette yalan neşriyatta bulunanlar…

resmi sıfatı haiz olanların her türlü tasarruf, icraat ve muameleleri hakkında yalan haber ve havadis neşredenler….

1 seneden 3 seneye kadar hapis ve 10 bin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile cezalandırılırlar.[7]

 

Hıfzı Topuz 1954’ten 1958’e, sadece dört yılda bu yasa sonucunda gazetecilere 1161 soruşturma başlatıldığını, 238’inin bu soruşturmalar sonucunda mahkûmiyet aldığını yazar.[8] Ceza maddelerinin yasalara boşuna yazılmadığının kanıtı gibidir.

 

Sağ popülist iktidarlar için eleştiri kanallarını kapatmanın yanı sıra meşhur genel ahlak meselesini de cezalar yoluyla dayatmak şart olsa gerek. Bugün de bizler sansür yasasını konuşurken Basın İlan Kurumu, Basın Ahlak Esasları hakkındaki Genel Kurul kararını yeniledi ve göreli ahlaki normlarını gazetecilere dayatan bir metin ortaya çıkardı.[9] Genel Kurul’un gazeteci üyeleri bu yeni karara itiraz ettiler ama ilerleyen satırlarda anlatacağım, ağır para cezalarıyla karşı karşıya kaldılar. Genel ahlak dediğimizi 1956’daki yasa değişikleri sırasında da şöyle görürüz:

6733 Sayılı, Basın Kanunu’na bir madde ilavesine dair kanun/1956 Madde 32 – Memleket ahlakını, aile nizamını bozacak veya cürüm işlemeye teşvik veya tahrik edecek şekilde heyecan uyandıracak tafsilat ile hakiki veya hayali vakıaları hikaye veya tasvir veya tersim edenler veya intihar vakıaları hakkında haber çerçevesini aşan ve uyanları tesir altında bırakacak mahiyette tafsilat ve resimler neşredenler hakkında bin liradan 10 bin liraya kadar ağır para cezası hükmolunur.[10]

 

 

1958 sonrası içinse öne çıkan Pulliam davalarıdır. ABD’li ünlü gazeteci Eugene Pulliam Başbakan Adnan Menderes’ten randevu alır ama Menderes parti ve devlet işleriyle öyle meşguldür ki gazeteciyle buluşmaz, Pulliam memleketine döner. Röportajı yapamamıştır ama eli boş değildir, Menderes’in tavrına bizzat şahit olmuştur, yönetimi altındaki ülkeyi gözlemlemiş bir gazeteci olarak kaleme aldığı yazısı 72 ABD gazetesinde yayımlanır. “12’ye çeyrek kala” başlıklı yazısında ABD yardımlarıyla desteklenen Menderes’in bir diktatöre dönüştüğünü hatta bir darbeyle devrilmesi olasılığının bile doğduğunu yazar. Türkiye’de bu yazıyı basan gazeteciler için hapis cezaları verilmiş olmasına, sanırım, şaşırmazsınız. Ulus, Vatan, Dünya gazeteleri ile yaklaşık 50 okuru olan Nazilli Kervan gazetesine bile yayınlarıyla hükümeti küçük düşürdükleri gerekçesiyle davalar açılır. Metin Toker’in Akis’i ve Kim dergisi kapatılır. Başta 70 yaşını aşmış Ahmet Emin Yalman olmak üzere pek çok gazeteci Pulliam’ın yazısı nedeniyle yargılanır, cezaevine girer.[11]

 

O dönem cezaevine atılan gazetecilerin suçu kayıtlarda hakaret ve küçük düşürmeydi. Ankara Hilton dedikleri cezaevine girenler arasında Ülkü Arman, Yusuf Ziya Ademhan, Beyhan Cenkçi, Kurtul Altuğ vardı, İstanbul Toptaşı’nda Selami Akpınar, Şahap Balcıoğlu, Ahmet Emin Yalman, Naim Tirali… Ama bu isimleri “sadece hatırladıklarım” diyerek sıralayan Altan Öymen o günleri anlatırken şu vurguyu yapar:

Eğer bu konuda uzun bir araştırma yapacak vakti bulup da 27 Mayıs döneminden önceki 10 yıllık Demokrat Parti döneminde hapse giren gazetecilerin istisnasız hepsinin adını içeren bir liste çıkarabilseydim, sayıları herhalde 100’ü aşmazdı. Yani o sayı, bu kitabın yazıldığı birkaç yıl içinde (2018) gerçekleşen 150 civarındaki ‘hapisteki gazeteci’ sayısıyla kırılan rekora yaklaşamazdı bile.[12]

 

İspat Hakkı Tartışmasını Hatırlamak

Bugünkü sansür yasasıyla 50’li yıllardaki yasa değişiklikleri arasındaki paralellik bu kadarla sınırlı değil. Dezenformasyon ve yalan haber tanımına atfedilen göreli halin de bir benzeri vardı 50’li yıllarda, gazeteci haberinin doğruluğunu yargı nezdinde ispat edemiyordu.

 

Pek çok gazetecinin yargılanmasına ve ağır cezalarla karşı karşıya kalmasına neden olan 1954 tarihli basın kanunu değişikliği, gazetecilere “ispat hakkı” verilmemesi nedeniyle daha büyük sorunlara neden oluyordu. Bu durum Demokrat Parti içinde ayrılığa bile neden olmuştu.[13] Özetle, bir bakanın yolsuzluğunu haber yapan ve bu nedenle yargılanan gazeteci, haberin doğruluğunu ispatlayacak belgeleri mahkemeye sunsa bile yargılanmaktan kurtulamıyordu. Bakan ise ancak Meclis kararıyla Yüce Divan’da yargılanabiliyordu. CHP 1957 seçim afişlerinde ispat hakkını böyle vurguluyordu.

 

Sansür yasasının 29. maddesinin nasıl uygulanacağını şu an için bilmiyoruz. Yasa yürürlüğe gireli bir hafta oldu ve şu ana kadar herhangi bir savcılık soruşturması yok. Bu maddede suçun oluşup oluşmadığı kararını savcılar verecek. Ancak savcıların kararına dayanak oluşturması gereken “Bu yalan haberdir/değildir” diyecek olanlar kimler, bunu bilmiyoruz.

 

Yasayla ilgili iki yıl öncesine dayanan kulis haberleri hatırlayalım. Bu haberlere göre yalan habere getirilecek hapis cezasının yanı sıra hakikati tespit edecek bir kurumsal yapı oluşturulacağı da kulaktan kulağa yayılıyordu. Bu kurumsal yapı Ağustos ayında oluşturuldu. İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan Dezenformasyonla Mücadele Merkezi. Yayılan bilginin doğruluğunun ya da yanlışlığının belirlenmesi için savcılar İletişim Başkanlığı’nın tespitleriyle mi hareket edecek? Göreceğiz.[14]

 

TBMM’de Uzlaşma Temasları Sonuç Vermedi

Yukarıdaki uzun hatırlatma, günümüzdeki değişiklikleri düşününce “Bunlar daha iyi günlerimiz” dedirtiyor.

 

Dezenformasyonun tanımını yapmadan, belirsiz bir alanda kalmasına izin vererek bunu Türk Ceza Kanunu’na üç yıl hapisle cezalandırılacak bir suç olarak koymanın doğurabileceği özgürlük sorunları basın özgürlüğü ile sınırlı değil. Çünkü yeni yasadaki bu maddenin muhatabı sadece gazeteciler değil tüm toplum olacak. AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, bir kişinin bu maddeden suçlanabilmesi için maddede belirtilen her bir fiilin işlenmiş olmasına bakılacağını söylüyor ama bu sözlerin hiçbir garantisi yok. Bundan emin olabiliyoruz çünkü Meclis komisyonlarında bu konu gündeme geldi. Ünal’ın bu sözlerini hatırlatarak madde metnine eklenmesini istediğimiz ifadeler kesin dille reddedildi. Komisyon görüşmeleri sırasında bu madde ile gazetecilerin yargılanabileceğini söylediğimizde “Hayır” dediler, “Gazetecileri ve haberleri kapsamıyor”. O halde bu durumun metne işlenmesinin önünde de herhangi bir engel olmaması gerekirdi. Muhalefet milletvekilleri ne kadar bastırsa da metni belirli ve tanımlı hale getirecek ifadelerin maddeye eklenmesine karşı çıkıldı. Kaldı ki bu madde gazetecileri kapsasın ya da kapsamasın yasadan çıkarılmalıydı.

 

Yine de AK Partili isimler bu konuda muhalefetin ısrarı ve komisyona katılan gazetecilerin itiraz ve izahlarıyla tavırlarını yumuşattı. Haziran-Ekim arasındaki dönemde de AK Parti’nin teklifte imza sahibi milletvekillerinde net olarak gözlemlediğimiz tutum, yasa metninde değişiklik yapılabileceği yönündeki görüşleriydi.

 

Yasanın TBMM Genel Kurulu’na gelmesiyle birlikte birkaç başlıkta muhalefetle uzlaşma görüşmeleri başladı. CHP’nin hedeflerinden biri hapis cezası getiren 29. maddeyi kaldırmak, değilse bile yumuşatmaktı. Pazarlık, üç yıl olan hapis cezasının iki yıl ve altına indirilmesi için yoğunlaştı. Hapis cezasında yapılacak indirimle “cezanın yatarının” ortadan kalkması hedefleniyordu. AK Parti olumlu bakmaya başlamıştı ama yasa teklifi MHP ile birlikte hazırlanmıştı. Yasa teklifinin bir numaralı imza sahibi MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız bir türlü ikna edilemiyordu. Yasanın Genel Kurul görüşmelerinin meslek örgütlerinin eylemleri sonrasında Haziran’dan Ekim’e ertelenmesi MHP’ye rağmen karara bağlanmıştı. Yıldız bu kez işi sıkı tutuyordu. Aşılamayan tek engel olarak 29. maddeyi ve hapis cezasını tek bir harf geri adım atmadan savunuyor, konuyu müzakereye kapatıyordu. AK Partili vekillerle CHP temsilcileri arasındaki zımni anlaşma MHP’li Yıldız duvarına çarpıp paramparça oluyordu.

 

Sansür Yasasının Çakıcı’yla Ne İlgisi Var?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Avukat Feti Yıldız, 1980 öncesinde ülkü ocaklarının İstanbul il başkanlığını yaptı. Bahçeli’nin başdanışmanı oldu, 2018’de MHP’nin Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi, milletvekili seçildi. TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Yıldız, kamuoyunda af yasası olarak bilinen infaz indirimi düzenlemesinin mimarıydı. İki yıl önceki bu yasa değişikliğiyle suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı da cezaevinden çıkanlar arasındaydı. O tarihte Feti Yıldız’ın Çakıcı’ya yakın olduğu, bir dönem Çakıcı’nın avukatlığını da yaptığı ortaya çıktı. Yıldız bunu doğruladı, “Çakıcı ve Kürşat (Yılmaz) benim arkadaşlarım. Avukatlıklarını da yaptım. Bu arkadaşlarımızın yıllar önce serbest kalması lazımdı.” dedi.[15] Hatta sosyal medyada şunları yazdı: “Alaattin Çakıcı, Türk Devletine büyük hizmetleri olmuş yiğit ve fedakar bir Ülküdaşımızdır. Bazı haber siteleri şahsımla Avukat-Müvekkil ilişkisinden bahsetmektedir. Türk Milliyetçileri için Ülküdaşlık hukuku, tüm hukuki bağların üzerindedir.”[16]

 

Yıldız’ın dört buçuk yıllık TBMM mesaisinde ilk imza sahibi olduğu dört yasa teklifi var. Biri infaz indirimi düzenlemesi, biri Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesi’nin isim değişikliği, biri seçim barajını yüzde 7’ye indiren seçim kanunu, sonuncusu da bugün tartıştığımız sansür yasası olarak bilinen basın kanunu. Yıldız geçtiğimiz ay Adalet Bakanı ile görüşerek yeni bir af anlamına gelebilecek infaz meselesini ele alacaklarını duyurmuştu. Alaattin Çakıcı’nın Bahçeli’ye son ziyareti de af beklentisini arttırmıştı. Sonradan AK Parti konunun gündemde olmadığını duyurdu. Yıldız iki yıl içinde iki kez infaz düzenlemesini gündeme getirerek cezaevlerinden tahliyeleri ne kadar önemsediğini gösterdi. Bununla birlikte “gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yayma” suçu karşılığında üç yıl, bu suç gizli ya da örgütlü işlendiğinde dört buçuk yıla kadar hapis cezası getiren maddede neden bu kadar ısrarcı oldu? Bunu şimdilik bilemiyoruz, belki de hiç öğrenemeyeceğiz.

 

Yasa Çıkmadan Cezaları Başladı

Yasa henüz TBMM’den geçmeden yasaya karşı muhalefet yürüten bazı basın meslek örgütlerine cezalar kesilmeye başladı. Yasayla RTÜK gibi büyük yetkilerle donatılacak olan Basın İlan Kurumu (BİK), yasanın önde gelen savunucusu oldu. Erteleme döneminde tüm Anadolu’da bine yakın gazete sahibiyle bir araya gelen kurum yönetimi onları yasa için ikna etmeye çalıştı. Resmi ilanları dağıtma ya da kesme inisiyatifiyle yerel yazılı basının ensesinden ayrılmayan BİK, yasaya karşı örgütlenen hareket karşısında zor günler geçirdi. Bunun acısını da meslek örgütlerinin başını çeken Genel Kurul üyelerinden çıkardı. Basın İlan Kurumu Genel Kurulu, aralarında cemiyetlerin ve gazete sahiplerinin de bulunduğu özerk bir yapıya sahip. Henüz yasa çıkmadan Basın Ahlak Esasları Hakkında Genel Kurul Kararı’nı yenilemek isteyen BİK yönetimi, Genel Kurul’da gazeteci üyelerin itirazıyla karşılaştı. Yukarıda bağlantısını aktardığım haberde belirtildiği gibi yeni kararlar, içerdikleri muğlak ifadeler nedeniyle eleştiri konusuydu. Genel Kurul üyeleri arasında Gazeteciler Cemiyeti (Ankara) Başkanı Nazmi Bilgin, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi ve gazete sahipleri adına üç üye bu karara itiraz edenler arasında yer aldı. Bilgin, Gappi ve diğer muhalif üyeler yeni basın yasasına karşı TBMM’de tüm çalışmalara katılmış, basın camiası içinde itirazları örgütlemişlerdi. Komisyon toplantılarında, grup toplantılarında, parti ziyaretlerinde bulundular, Ankara Ulus’ta 2011’den bu yana düzenlenen en geniş katılımlı gazeteci eylemini organize ettiler. Bu eyleme yerel gazetelerin de katılması sağlandı ve seçim çevrelerinden gelen itirazlar nedeniyle iktidar milletvekilleri bile yasanın yeniden düzenlenmesi ya da ertelenmesi yönünde görüş bildirmeye başladı. Yasanın bu hareket sonucunda ertelendiğini bizzat BİK Genel Müdürü Cavit Erkılınç da söyledi.[17] BİK Genel Kurulu’ndaki karşı oy ve sansür yasasına karşı mücadele Gazeteciler Cemiyeti’nin gazetesi 24 Saat’in önce resmi ilanlarının kesilmesine, iki ay resmi ilan alamamasına, ardından 1 milyon 350 bin liralık resmi ilan geliri cezasıyla karşı karşıya kalmasına neden oldu. İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve diğer muhalif üyeler de benzer cezalarla karşı karşıya kaldılar. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, cezalara karşın geri adım atmayacaklarını haklarını gerekirse mahkemelerde arayacaklarını söyledi. Bu dönemde başta Akit gazetesi olmak üzere iktidar yanlısı basında Bilgin hakkında iftira, kara çalma, hedef gösterme içerikli haberler pek çok gün manşet ve sürmanşetten yayınlandı.[18]

 

Şimdi Ne Olacak?

Sansür yasasında dikkat çeken maddeleri Gazeteciler Cemiyeti ve birlikte hareket ettiği meslek örgütlerinin bir araya geldiği Medya Dayanışma Grubu olarak pek çok kez açıklamalarda ve röportajlarda ele aldık, değerlendirdik. Türkiye Gazeteciler Sendikası, Parlamento Muhabirleri Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Haber-Sen, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Diplomasi Muhabirleri Derneği, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği ve DİSK Basın-İş büyük ölçüde birlikte hareket etti, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu da zaman zaman yasaya karşı çalışmalara destek oldu.

 

Meclis’te Dijital Mecralar Komisyonu ve Adalet Komisyonu çalışmalarına katıldık, görüşlerimizi ve eleştirilerimizi dile getirdik. Eleştirilerimizden bazıları komisyon aşamasında bazıları da Ekim ayında yasa metnine işlendi. Genel Kurul aşamasında AK Parti ve MHP önergeleriyle yasa metninde kısmi değişiklikler yapılması sağlandı. Bunlardan en önemlisi basın ahlak ilkelerine aykırı davrandığı gerekçesiyle basın kartı iptal edilen bir gazetecinin beş yıl süreyle yeniden basın kartı alamayacağına yönelik hükmün değiştirilmesi oldu. Bu maddedeki beş yıllık bekleme süresi bir yıla indirildi. Bir başka düzenleme Basın Kartı Komisyonu’nun yapısının daha çoğulcu hale getirilmesi oldu. Komisyonun üye sayısı dokuzdan 19’a çıkarıldı, gazetecilerin daha çok temsil edilmesi sağlandı ama yine çoğunluk üyeyi İletişim Başkanlığı’nın belirlemesi esas alındı. Yasada etki edebildiğimiz değişiklikler sadece bunlar olabildi.

 

Şimdi ne olacak? Olumsuz maddeler şöyle özetlenebilir: Basın İlan Kurumu gazetelere ve internet haber sitelerine hem para hem ceza veren bir kurum olarak büyük yetkilerle donatılacak. Yerel gazetelerin ana yaşam kaynağı olan resmi ilan gelirleri için yeni bir kaynak yaratılmazsa bu gelirlerin internet siteleriyle paylaşılması söz konusu olacak ve basılı medyada yüzde 75’e varan gelir kaybı yaşanacak. BTK ve BİK basılı ve dijital medyayı da sosyal medyayı ve Whatsapp gibi haberleşme programlarını da çok sıkı bir denetim ve ceza tehdidi altına alacak. Sosyal medya ve mesajlaşma uygulamaları, hesap sahipleri ve görüşmelere ilişkin bilgileri Bilgi Teknolojileri Kurumu’na verecek. Kullanım bilgilerini vermek ya da suç işlediği öne sürülen hesaplarla ilgili işlem yapmak gibi yükümlülükleri yerine getirmeyen şirketlerin bant genişliği yüzde 95 oranında daraltılabilecek, böyle olunca hepimizin çok sık kullandığı bu programlar çalışmayacak. Yabancı sosyal medya şirketleri yükümlülüklere uymadıkları durumda küresel cirolarının yüzde 3’ü kadar para cezasına çarptırılabilecek.

 

Yasaya karşı tek seçenek olarak Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu kalmış durumda. CHP şimdilik acil olarak 29. maddenin yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Kalan diğer maddeler yönünden de iptal ve yürürlüğün durdurulması başvurusu yapılmasını bekliyoruz.

 

[1] Refleksiyon (2022) “Sansür Yasası-Hukuki Görüş”, https://refleksiyon.org/sansur-yasasi/hukuki-gorusu/, [Erişim Tarihi, Ekim 2022] ve Gazeteciler Cemiyeti (2022) “Sansür, Baskı, Hapis ve Cezalar Bize Boyun Eğdirmeyecek”, https://gc-tr.org/sansur-baski-hapis-ve-cezalar-bize-boyun-egdiremeyecek/, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[2] Hıfzı Topuz (2020) “Menderes Döneminde Basın Özgürlüğü”, Cumhuriyet, 06 Eylül,  https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/hifzi-topuz/menderes-doneminde-basin-ozgurlugu-1763781, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[3] Altan Öymen (2013) Ve İhtilal 1960, İstanbul: Doğan Kitap, s.310.

[4] Resmî Gazete (1954) “Neşir yoliyle veya radyo ile işlenecek bazı cürümler hakkında Kanun”, s. 8653, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8660.pdf, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[5] Resmî Gazete (2022) “Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/10/20221018-1.htm, [Erişim Tarih, Ekim 2022].

[6] Öymen, a.g.e., s.310-312.

[7] Resmî Gazete (1956) “ Neşir yoliyle veya radyo ile işlenecek bazı cürümler hakkındaki 6334 saylı kanunun adı ile bazı maddelerinin tadiline ve bir madde ilavesine dair Kanun”, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/9327.pdf, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[8] Topuz, a.g.m..

[9] T24 (2022) “Yasa çıkmadan Basın İlan Kurumu harekete geçti: Türk toplumunun milli ve manevi değerlerini, aile yapısını bozmaya yönelik yayın yasak…”, https://t24.com.tr/haber/yasa-cikmadan-basin-ilan-kurumu-harekete-gecti-turk-toplumunun-milli-ve-manevi-degerlerini-aile-yapisini-bozmaya-yonelik-yayin-yasak,1039526, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[10] https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/9327.pdf

[11] Hıfzı Topuz (2003) Türk Basın Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi, s.206-207.

[12] Altan Öymen (2018) Umutlar ve İdamlar 1960-61, İstanbul: Doğan Kitap, s.230-233.

[13] Öymen, Ve İhtilal 1960, s.165-167.

[14] Basın yasalarındaki 1960-2004 yılları arasındaki değişiklikler için bakınız Mehmet Sena Kösedağ (2016) “Türk Basın Kanunu’nda Yapılan Değişikliklerin Yazılı Basında Temsili”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 43(9): 2023-2051, https://www.sosyalarastirmalar.com/articles/representation-of-the-changes-in-turkish-press-law-in-written-press.pdf, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[15] T24 (2020) “İnfaz düzenlemesinde imzası bulunan MHP’li Feti Yıldız, Alaattin Çakıcı’nın avukatlığını yapmış”, https://t24.com.tr/haber/infaz-duzenlemesinde-imzasi-bulunan-mhp-li-feti-yildiz-alaattin-cakici-nin-avukatligini-yapmis,873187, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[16] Feti Yıldız (2020) https://twitter.com/yildizfeti/status/1251070569505796096, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[17] Basın İlan Kurumu (2022) “Erkılınç: Gazetelerin kaderini matbaa lobisi belirlememeli”, https://bik.gov.tr/kurumsal-haberler/erkilinc-gazetelerin-kaderini-matbaa-lobisi-belirlememeli/, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

[18] Akit (2022) “Naylon Nazmi’yi Haçlı fonlamış”, https://www.yeniakit.com.tr/haber/naylon-nazmiyi-hacli-fonlamis-1677549.html, [Erişim Tarihi, Ekim 2022].

Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri. Kenan Şener, 1980 yılında doğdu. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunlarından Kenan Şener, üniversitenin ardından Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda araştırmacı gazetecilik eğitimi aldı. 2006 yılında ANKA Haber Ajansı’nda gececi olarak çalışmaya başladı, daha sonra Kanal B’de televizyon haberciliğine geçti. 2008 ÇGD yerel televizyon haberi ödülü aldı. 2010 yılında Star TV’de daha sonra da CNN Türk’te muhabir oldu. Soma’da yaptığı haberlerle 2014 Sedat Simavi Televizyon Ödülü’nü kazandı. CNN Türk Ankara Haber Editörü iken Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Televizyon Haberciliğinde Hızlanmanın Gazeteciliğe Etkileri başlıklı tezle yüksek lisansını tamamladı. Şubat 2021’de kapanan Olay TV’nin Ankara Haber Müdürlüğü’nü yaptı. O tarihten bu yana Gazeteciler Cemiyeti’nde basın özgürlüğü çalışmalarından ve genç gazeteci eğitimlerinden sorumlu olarak görev yapıyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Parlamento Muhabirleri Derneği ve Diplomasi Muhabirleri Derneği üyesi.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.