Rusya’nın Ukrayna’ya Karşı Güç Kullanmasının Yasal Gerekçesi Nedir?

Ukrayna topraklarına yapılan füze ve hava saldırıları ve Rus kara kuvvetlerinin faklı istikametlerden Ukrayna’ya girmesiyle birlikte, Rusya Federasyonu’nun BM Şartının 2(4). Maddesindeki anlamıyla “güç” kullandığına ve bunu geniş ölçekte yaptığına dair artık hiçbir şüphe kalmadı. Bu güç kullanımını hukuki bakımdan haklı çıkarmaya çalışma yükü artık Rusya’ya ait.  Uluslararası Adalet Divanı’nın, Nicaragua davası ile ilgili kararının 266. paragrafında belirtildiği gibi, ‘kendisinin formüle etmediği hukuki görüşleri Devletlere atfetmek’ Mahkeme’nin –ve bence daha genel olarak uluslararası hukukçuların– görevi değildir. Sadece Rus hükümeti yetkililerinin bizzat kendilerinin resmi olarak sunduğu gerekçeleri dikkate almalı ve bunları objektif olarak değerlendirmeliyiz.

 

Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna’ya karşı askerî harekât başlatıldığına dair sabahın erken saatlerinde yaptığı açıklama, esasında, böylesi bir resmi gerekçe sunma teşebbüsüdür. Putin’in Rusça konuşmasının aslı burada; konuşmanın İngilizce çevirisi ise Spectator web sitesinde, burada (çeviri metnin doğruluğunu elimden geldiği ölçüde kontrol ettim, ama tabii Rusça konuşan okuyuculardan gelecek düzeltmeleri memnuniyetle karşılarım). Bu konuşma, Devlet Başkanı Putin’in Batı’ya karşı şikayetlerini sıraladığı bir toplam ve bu kulvardaki siyasetçilerin çoğu konuşmasında olduğu gibi birden fazla temellendirmenin karışımı. Ve fakat konuşmasında hukuki açıdan yerinde bazı hususlar da var.

 

Putin öncelikle, konumunu Batılı devletlerin geçmişteki uluslararası hukuk ihlallerine ilişkin siciline karşı bir nevi yanıt olarak açıklayarak sağlamlaştırıyor, böylece uluslararası hukuku ihlal ettiğine dair bu devletlerden gelecek olan eleştiriyi geçersiz kılmaya çalışıyor:

 

Şu an bahsettiğim konu sadece Rusya’yı ve sadece bizi ilgilendirmiyor. Bu, bir bütün olarak uluslararası ilişkiler sistemi ve hatta bazen bizzat ABD’nin müttefikleri için de geçerlidir. SSCB’nin çöküşünden sonra dünyanın yeniden paylaşılması fiilen başladı ve o zamana dek geliştirilmiş olan uluslararası hukuk normları – kilit, temel normlar İkinci Dünya Savaşı sonunda benimsendi ve elde edilen sonuçları büyük ölçüde sağlamlaştırdı –kendilerini Soğuk Savaş’ın kazanan tarafı ilan edenler ile çatışmaya başladı.

 

Örnek bulmak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Öncelikle, BM Güvenlik Konseyi’nden hiçbir onay almaksızın, Avrupa’nın tam ortasında uçak ve füzeler kullanarak Belgrad’a kanlı bir askerî harekât düzenlediler. Yaşam destekleyici altyapıya sahip sivil şehirler haftalar boyunca aralıksız biçimde bombalandı. Bunları hatırlatmamız gerek, zira bazı Batılı meslektaşlarımız bu olayları hatırlamaktan hoşlanmıyor ve bundan bahsettiğimizde uluslararası hukukun normlarına değil de uygun gördükleri şekilde yorumladıkları koşullara dikkat çekmeyi tercih ediyorlar.

 

Daha sonra sıra Irak, Libya ve Suriye’ye geldi. Libya’ya karşı gayrimeşru askeri güç kullanımı, BM Güvenlik Konseyi’nin Libya konusunda aldığı tüm çarpık kararlar devletin tamamen yıkılmasına ve uluslararası çapta büyük bir terörizm batağının ortaya çıkmasına sebep oldu; bunun sonucunda ülke uzun yıllar süren insani bir felakete sürüklendi. İç savaş. Sadece Libya’da değil, bu bölgede yüzbinlerce, milyonlarca insanı kötü bir kadere mahkûm eden bu trajedi, Kuzey Afrika’dan ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya kitlesel bir göç akınına sebep oldu.

 

Suriye için de benzer bir kader çizildi. Batılı koalisyonun Suriye hükümetinin rızası ve BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan bu ülkenin topraklarında savaşması saldırganlık ve müdahaleden başka bir şey değildir.

 

Ancak, aynı şekilde yasal dayanak olmaksın Irak’ın işgal edilmesi, elbette, bu seride özel bir yere sahiptir. Irak’ta kitle imha silahlarının olduğuna dair Amerika Birleşik Devletleri’nin sahip olduğu iddia edilen güvenilir bilgiyi bahane olarak kullanmayı tercih ettiler. Buna kanıt olarak, kamu karşısında, tüm dünyanın gözü önünde, ABD Dışişleri Bakanı içinde beyaz bir toz bulunan bir test tüpünü sallayarak Irak’ta kimyasal silah geliştirildiğine dair herkese güvence verdi. Ve daha sonra bunun hepsinin sahte olduğu, bir blöf olduğu ortaya çıktı: Irak’ta kimyasal silah yoktu. İnanılmaz, şaşırtıcı, ama gerçek bu. Devletin en yüksek seviyesinde ve BM’nin en üst makamında yalanlar söylendi. Ve bunun sonucunda: büyük can kayıpları, yıkım ve terörizmin akıl almaz artışı.

Genel olarak, Batı’nın kendi düzenini kurmaya gittiği pek çok bölgede, hemen hemen her yerde, sonucun kanlı olduğu, geride iyileşmeyen yaraların, aşırıcılık ve uluslararası terörizm kaynaklı ülserlerin kaldığı izlenimi ortaya çıkıyor. Söylediklerimin hepsi, uluslararası hukukun en korkunç şekilde hiçe sayıldığı örneklerdir, ancak kesinlikle türünün tek örneği değildirler.

 

Bir önceki yazımda açıkladığım gibi, “buna ne diyorsunculuk” tutumu ile yapılan ahlaki özden yoksun bu tür eleştiriler belli bir etkiye SAHİPTİR. Batılı müttefiklerin geçmişte uluslararası hukuku ihlal etmiş olması, Putin’i ikna edici bir şekilde eleştirmelerini daha da ZORLAŞTIRMAKTA; nitekim Batılı müttefikler geçmişte BM Şartındaki güç kullanımına dair yasağı deldiler. Yine de hepimizin ahlaki bir yoksunluk olduğu hususunda hemfikir olduğunu umuyorum. Putin’in verdiği tüm örneklerde Batılı devletlerin uluslararası hukuku ihlal ettiği kabul edilse bile, bu durum Rusya’nın uluslararası hukuku ihlal etmesine gerekçe olamaz. Eğer A, B’yi öldürüyorsa ve cezasız kalıyorsa, bu durum C’nin D’yi öldürmesini haklı çıkaramaz.  Eğer NATO üyeleri 1999’da Sırbistan’ı bombaladıklarında BM Şartının 2(4). Maddesini ihlal ettiyse (kaldı ki bunu yaptılar), bu durum 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı bombalamasını hiçbir şekilde haklı kılamaz. Benzer örnekleri çoğaltabiliriz ancak bununla birlikte, uluslararası hukuka yönelik geçmiş ihlallerin Putin tarafından retorik olarak bir silah gibi kullanılması da çarpıcıdır.

 

Putin konuşmasında daha sonra, NATO’nun genişlemesinin, Batının Ukrayna’daki “Naziler” üzerindeki sözde kontrolünün, muhtemel nükleer silahlar dâhil sofistike silahların Ukrayna’da bulunması gibi durumların Rusya’ya yönelik oluşturduğu tehdidi uzun bir şekilde açıklıyor. Devlet Başkanı Putin’e göre bu durum, Rusya’ya yönelik varoluşsal bir tehditten aşağı kalır bir şey değil. Putin, II. Dünya Savaşı’ndan önce Stalin’in Hitler’e yönelik uyguladığı yatıştırma politikası ile kendisini karşılaştırarak, bu tehdidi barışçıl yollarla etkisiz hale getirmeye çalıştığını belirtiyor:

 

Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri için bu, Rusya’yı sözde çevreleme politikasıdır, bariz jeopolitik kâr. Ve bizim ülkemiz için ise bu nihayetinde bir ölüm kalım meselesidir, bir halk olarak, tarihsel yarınımıza dair bir meseledir. Ve bu bir abartı değil, bu bir gerçek. Bu, sadece menfaatlerimize değil, devlet olarak varlığımıza, egemenliğimize yönelik bir tehdittir. Bu, pek çok kereler bahsedilen kırmızı çizginin ta kendisidir. Bu çizgiyi geçtiler.

 

Tüm bu olayların gidişatı ve gelen bilgilerin analizi, Rusya’nın bu kuvvetler ile çatışmasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bu sadece bir zamanlama meselesi: hazırlanıyorlar, doğru zamanı bekliyorlar. Ayrıca şimdi nükleer silahların sahip olduklarını da iddia ediyorlar. Bunun yapılmasına izin vermeyeceğiz.

 

Daha önce de söylediğim gibi, SSCB’nin çöküşünden sonra Rusya yeni jeopolitik gerçeklikleri kabul etmiştir. Sovyet-sonrası alanda yeni kurulan tüm ülkelere saygımız var ve onlara saygı ile davranmaya devam edeceğiz. Bu ülkelerin egemenliğine saygı gösteriyoruz ve buna devam edeceğiz; bunun bir örneği, devletinin varlığına ve bütünlüğüne meydan okunan ve trajik olaylar yaşayan Kazakistan’a yaptığımız yardımdır. Ancak Rusya, modern Ukrayna’nın topraklarından kaynaklanan sürekli bir tehdit karşısında kendini güvende hissedemez, kalkınamaz ve var olamaz.

 

Bu sözlerden sonra tekrar hukuki bir dile dönen Putin, Rusya’nın güç kullanma konusundaki resmi gerekçesini açıklıyor:

 

Rusya’yı, halkımızı korumak için sizlerin ve benim, bugün kullanmaya mecbur bırakıldığımız yöntemin dışında başka bir çaremiz kalmamıştır. Koşullar, kararlı bir şekilde ve derhal harekete geçmemizi gerektiriyor. Donbas Halk Cumhuriyeti Rusya’dan yardım talep etmiştir.

 

Bu kapsamda, BM Şartının 7. Bölümünün 51. Maddesine göre ve Rusya Federasyon Konseyi’nin onayı ile ve Federal Meclis tarafından bu yıl 22 Şubat tarihinde onaylanan Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti ile dostluk ve karşılıklı yardım anlaşmaları uyarınca, özel bir askerî harekât düzenlemeye karar verdim.

 

Bu askeri harekatın amacı Kiev rejimi tarafından sekiz yıldır zorbalığa ve soykırıma maruz bırakılan insanları korumaktır. Ve bu amaç doğrultusunda, Ukrayna’yı askerden ve Nazilerden arındırmak ve ayrıca Rusya Federasyonu vatandaşları dâhil sivillere karşı sayısız ve kanlı suçlar işleyenleri adaletin önüne getirmek için mücadele edeceğiz.

 

Bununla birlikte, Ukrayna topraklarını işgal etmek gibi bir planımız yoktur. Hiç kimseye zor kullanarak bir şey dayatmayacağız.

 

 

Son olarak Putin, ulusların kendi kaderini tayin hakkına birkaç kez atıfta bulunduktan sonra, Rusya’nın meşru müdafaa hakkına tekrar değiniyor:

 

Tekrar ediyorum, eylemlerimiz bize yönelik tehditlere karşı ve bugün meydana gelenlerden çok daha büyük felaketlere karşı kendimizi savunma amaçlıdır. Ne kadar zor olursa olsun bunu anlamanızı istiyorum ve bu trajik sayfayı en kısa sürede kapatmak ve hep birlikte ileriye doğru gidebilmek için, kimsenin iç işlerimize ve ilişkilerimize karışmasına izin vermemek için, bu ilişkileri kendimizin kurması ve böylece tüm sorunların üstesinden gelmemiz için gerekli koşulların oluşması ve ülke sınırlarının varlığına rağmen, bizleri bir bütün olarak güçlendirmesi için iş birliği yapmaya çağırıyorum. Buna inanıyorum; geleceğimiz bunda yatmaktadır.

 

Peki, o zaman Rusya’nın güç kullanmak için resmi gerekçesi nedir? Devlet Başkanı Putin’in bu konuşmasında, üç olası iddia bulunmakta. Birincisi, BM Şartının 51. Maddesi uyarınca Rusya, Ukrayna’dan kaynaklanan (bir çeşit) tehdide karşı kendini korumak için meşru müdafaa amacıyla güç kullanıyor. Bu sav, olgusal olarak ön alıcı ya da önleyici bir meşru müdafaa teorisi gibi gözüküyor– Rusya’ya karşı “yakın zamanda” bir “silahlı saldırı” olması hiçbir şekilde akla yatkın değil ama varoluşsal tehdit o kadar ciddi ki bunu önlemek için şimdi harekete geçmek gerekli (George W. Bush’un izleri…). Uluslararası hukukçuların % 99,9’unun (bildiğim kadarıyla Rus hukukçular da buna dâhil) bu gibi bir önleme teorisini (yakın saldırılara karşı yapılması beklenen meşru müdafaadan farklı olarak) 51. Maddeye kategorik olarak aykırı bulacağını söylemeye bile gerek yok. İkinci olarak Putin, (sözde bağımsız olan) Donetsk ve Luhansk Cumhuriyetlerinin kolektif meşru müdafaası yönündeki savı ileri sürüyor. Bu savın geçerliliği elbette ki bu iki bölgenin gerçekten de devlet olup olmadığına (devlet değiller ve sırf Devlet Başkanı Putin bir kâğıda imza attığı için bu hafta devlet olmadılar) ve Ukrayna’nın sözde bu iki yeni devlete saldırıp saldırmadığına bağlıdır. Ancak bu sav hiç sorgulanmadan kabul edilse bile, Rusya’nın askeri müdahalesinin kapsamını – ve muhtemelen rejim değişikliği içerecek olan Ukrayna’yı askerden arındırma iddiasını –geleneksel gereklilik ve orantılılık ölçütleri ile bağdaştırmak mümkün gözükmüyor. Son olarak, Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki Rusların “soykırımını” durdurmak/önlemek için hareket ettiği ve insani bir müdahale yapıldığı gibi bir sav da ileri sürülüyor. Ancak, zaten tartışmalı olan olguların yanı sıra buradaki esas sorun, uluslararası hukukçuların büyük çoğunluğunun insani müdahaleyi güç kullanımı yasağının uygulanmayacağı istisnai durumlardan biri olarak kabul etmemesidir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in konuşması zaten bu hususu vurgulamıyor, “insani müdahale” ya da benzer bir terim de kullanmıyor. Putin’in ileri sürdüğü savın, esas olarak ya da sadece, bireysel ya da kolektif bir meşru müdafaa olduğu anlaşılıyor ve dolayısıyla bu şekilde değerlendirilmelidir.

 

Çev: Suzan Pehlivan

 

Bu yazı daha önce EJIL:Talk! – Blog of the European Journal of INTERNATIONAL Law TARAFINDAN İNGİLİZCE OLARAK YAYIMLANMIŞTIR.

Dr. Marko Milanovic, Nottingham Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Uluslararası Kamu Hukuku Profesörüdür. EJIL: Talk! yardımcı editörü ve EJIL yayın kurulu üyesidir.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.