Ne Adil Ne de Yasal: Osman Kavala Davası

Osman Kavala’nın haksız tutukluluğu dört yılı aştı. 18 Ekim 2017’de gözaltına alındığında “muhtemelen tutuklanmaz” diye düşündük, 1 Kasım 2017’de tutuklandığında da “muhtemelen çok uzun tutmazlar”… Bugün, yani 10 Aralık 2021, Osman Bey’in tutukluğunun 1501. günü, hakkında AİHM’nin verdiği ihlal kararının da ikinci yılı. AİHM, ihlal kararını iki yıl önce bugün İnsan Hakları Günü’nde vermişti.

 

Osman Kavala, iktidarın susturmaya çalıştığı siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerle gösterdiği dayanışmayla; insan hakları ve sosyal haklar alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarına verdiği destekle; Anadolu Kültür aracılığıyla yürüttüğü çalışmalarla; Ermenistan’la diyalog kuran ve Kürt dili ve kültürüne alan açan projelere önayak olmasıyla epeydir bir hedefti zaten. Hedefti çünkü onun yaptıkları, bütün bunların hâlâ yapılabileceğini gösteriyordu. Onun gözaltına alınıp tutuklanması, bütün bu sivil ve demokratik faaliyetlerin ve bunların içinde yer alan kişi ve kurumların kriminalize edilmesi anlamına geliyor. İktidar, onu tutuklayarak, hak arayan herkese ama özellikle sivil toplum ve kültür sanat alanında çalışanlara gözdağı vermek istiyor.

 

Gözaltına alınmasının ardından Osman Kavala, R. T. Erdoğan ve ona yakın basın kuruluşları tarafından çeşitli suçlarla itham edildi. İddianamenin hazırlanması 16 ayı buldu. İktidar, uzun bir süre Osman Kavala’yı ne ile suçlayacağına karar veremedi belki. Sonunda Gezi Parkı protestolarını finanse edip örgütlediği ve bu suretle hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği öne sürüldü. Osman Kavala dâhil 16 sanık için ağırlaştırılmış müebbet cezası isteyen 657 sayfalık iddianame, 4 Mart 2019’da 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Skandal olarak nitelendirilebilecek bu iddianamede, suçla delil arasında bir nedensellik bağı kurma gereği duyulmamıştı.

 

İlk duruşma 24 Haziran 2019’da, Osman Kavala’nın tutukluluğundan 18 ay sonra yapıldı. Haziran 2019 ile Şubat 2020 arasında altı duruşma oldu. Düzenlenen altı duruşma da sanık avukatlarının hâkimlerle savcıya, hukuk ve adaletin temel prensiplerini anlatmak zorunda kaldığı muharebeler gibiydi. Süreç boyunca yargının kendisi, iddianamede yer almayan klipler göstermek, sanığı suçlamanın tersini ispatla yükümlü kılmak, avukatların yokluğunda tanık dinlemek ve AİHM kararını uygulamamak gibi pek çok farklı şekilde kanunları çiğnedi.

 

10 Aralık 2019’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Osman Kavala’nın tutukluluğunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hürriyet ve güvenlik hakkına dair 5.1, tutukluluğun hukukiliğinin bir mahkemece ivedilikle incelenmesi hakkına dair 5.4 ve olağanüstü hal dönemlerinde hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamaların öngörülen amaçlar dışında kullanılamayacağına dair 18. maddelerine aykırı olduğunu belirterek, tutukluluğun bir hak ihlali olduğuna ve Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına karar verdi. 18. maddenin ihlali kararı, AİHM’nin, tutuklamanın “hukuki” değil “siyasi” olduğunu teyidiydi.

 

Bu karardan sonra Aralık ve Ocak’taki duruşmalarda mahkeme, AİHM kararının kesinleşmediğini gerekçe göstererek oy birliği ile Osman Kavala’nın tutukluluk halinin devamına karar verdi. Oysa AİHM, 18. maddenin ihlali söz konusu olduğundan, karar kesinleşmeden Kavala’nın serbest bırakılmasını istiyordu, “derhal tahliye” vurgusu bu yüzdendi.

 

18 Şubat 2020’deki duruşmada oy birliği ile, delil yetersizliği gerekçesiyle Osman Kavala ve diğer tüm sanıklar hakkında beraat ve Osman Kavala hakkında tahliye kararı verildi. Bu kararı beklemiyorduk çünkü avukatların bütün meşru talepleri reddedilmiş ve duruşma salonunda arbede yaşanmıştı. Hem şaşırmış hem de çok sevinmiştik! Silivri’ye yakın bir dinlenme tesisinde ailesi, arkadaşları, meslektaşları ve gazeteciler olarak Osman Kavala’yı beklemeye başladık. Saatler geçti ve Osman Kavala’nın aynı soruşturma kapsamında tekrar gözaltına alındığını öğrendik; ertesi gün akşam da tekrar tutuklanıp Silivri’ye gönderildi. Bizler için büyük bir hayal kırıklığıydı elbette. Bir yandan da şaşırmadık zira Erdoğan, o günkü parti grup konuşmasında sadece Osman Kavala ve Gezi’yi değil, beraat veren hâkimleri de hedef aldı.

 

Osman Kavala 1 Kasım 2017’de TCK madde 309 (Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs/15 Temmuz Darbe Girişimi) ve madde 312’den (Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs/Gezi) tutuklanmıştı. Madde 312 ile ilgili süreci yukarıda özetledim. 11 Ekim 2019’da madde 309’dan re’sen tahliye edildi. Ekim 2019’daki birinci yargı reform paketinde yapılan düzenlemeye göre iddianamesiz tutukluluk süresi iki yılı geçemezdi. Osman Kavala madde 309’dan iddianamesiz neredeyse iki yıla yakın tutuldu. İki yılın dolduğu 10 Mart 2019’da tahliye edilmesi gerekirken bu karar 20 Mart’ta çıktı. Fakat zaten bundan önce 9 Mart 2020’de aynı “delillerle” bu kez TCK’nin 328. maddesi kapsamında, casusluk suçlamasıyla tutuklanmıştı. Hem madde 309’dan iddianamesiz daha fazla tutamayacakları hem de AİHM kararı madde 309 ve 312 ile ilgili olduğu için bu yeni suçlama uyduruldu. Osman Kavala bütün bu süreçte bir kere bile savcı tarafından sorgulanmadı.

 

Osman Kavala, TCK madde 309 ve 328’e ilişkin iddianamenin hazırlanması için bir 7,5 ay daha bekledi. Bu iddianamede de suça delil oluşturacak herhangi bir olgu veya değerlendirme yoktu. İktidar yanlısı basın tarafından dolaşıma sokulan ve hiçbir delile dayanmayan, Osman Kavala ve Henri Barkey’in 15 Temmuz Darbe Girişimi ile bazı casusluk faaliyetlerinin içinde olduğu suçlaması tekrar ediliyordu.

 

İddianamede İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili açıkça sivil toplum faaliyetlerini tehlikeli ve bölücü olarak nitelendirip kriminalize ediyordu. Vekil, iddianame yayınlandıktan bir hafta sonra adeta ödüllendirilip Adalet Bakanı yardımcılığına getirildi. Bu iddianamede Osman Kavala “Kürt, Ermeni, Rum veya Hristiyan, Yahudi, Süryani, Ezidi kökenli vatandaşlarımıza yönelik ayrıştırıcı projeleri fonlayarak toplumsal ayrışmayı tetikleyici faaliyetler” yürütmekle suçlanıyordu.

 

Bu davanın ilk duruşması 18 Ekim 2020’de yapıldı ve Osman Kavala savunmasında sivil toplum faaliyetlerinin komplo teorileriyle açıklanmasına itiraz etti. İkinci duruşma 5 Şubat 2021’de yapıldı ve heyet, Gezi ve casusluk dosyalarının birleştirilmesine karar verdi. Mevcut absürt casusluk suçlamasından ilerlemek pek mümkün olmadığından, istinaftan dönen Gezi dosyası ile devam kararı alındı. Böylelikle, casusluk dosyasının Osman Kavala’yı hapiste tutmak için bir “köprü” görevi gördüğü iyice belirgin hâle geldi.

 

21 Mayıs’ta yapılan bir sonraki duruşmada Osman Kavala’nın casusluk suçundan tutukluluğunun devamına karar verildi. Heyet aynı zamanda Yargıtay’dan dönmüş olan Çarşı Davası ile Gezi Davası’nın birleştirilmesini değerlendirmek üzere Çarşı Davası dosyasını istedi. Bir sonraki duruşma 6 Ağustos 2021’de Çağlayan’da olacaktı.

 

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, ani bir kararla 2 Ağustos’a duruşma koydu ve Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamıyla beraber Gezi Davası’nın Yargıtay’dan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geri gönderilen Çarşı Davası’yla birleştirilmesine karar verdi. Bir sonraki duruşma için de 8 Ekim tarihini verdi. Dava, Gezi, casusluk ve Çarşı dosyalarının birleşmesiyle 52 sanıklı karmaşık bir hâl aldı. Daha önce de yargıda Gülencilerin uyguladığı farklı eylemlerle ilgili davaların birleştirilmesi yöntemi, fiile odaklanmayı engellediği için siyasi davalarda algı yaratmaya hizmet ediyor. Beraatle sonuçlanmış Çarşı Davası’nın Yargıtay’dan dönmesi de adeta Osman Kavala’nın tutukluluğunu devam ettirmek içindi. 21 Mayıs’taki savunmasında Osman Kavala süreci bir bayrak yarışına benzetmişti: “Suçlamalar değişiyor, bayrak yarışlarında bayrağın elden ele geçmesi gibi farklı yargıçlar ve mahkemeler yere düşürmeden tutukluluğumu birbirlerine geçiriyorlar.”

 

8 Ekim’de ve 26 Kasım’da yapılan birleştirilmiş Çarşı ve Gezi davalarının duruşmalarında da tutukluluğun devamına karar verildi ve avukatların ısrarla sorduğu “Casusluğun delili nerede?” sorusu cevapsız kaldı. Önceki duruşmalarda olduğu gibi hâkimler ve savcılar sanıklara soru sormadı, anlatılanları dikkate almadı ve aynı kopyala-yapıştır ifadeyle tutukluluğun devamına karar verdi; kim bilir kaç kez maruz kaldığımız performansların “duruşma” olduğunu söylemek zor.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Osman Kavala hakkında açıkladığı karara Türkiye’nin yaptığı itirazı 12 Mayıs 2020’de reddetmişti. Dolayısıyla karar kesinleşmiş ve bunun ardından Osman Kavala’nın avukatları, müvekkillerinin, AİHM’nin ihlal saydığı kararındakiyle aynı gerekçelerle tutuklu bulunduğunu ifade ederek serbest bırakılması için başvurmuştu. Kesinleşen AİHM kararında son tutuklamada kullanılan olgunun “suç işlediğini gösteren makul bir kuşku niteliğinde olmadığı” belirtiliyordu. Türkiye sürekli “Biz başvurucuyu madde 309 ve 312’den değil, madde 328’den tutuklu tutuyoruz” diyerek buna itiraz etse de karar, casusluktan tutukluluğu da kapsıyordu ki zaten madde 18 ihlalinin olduğu bir durumda, bu tür manevraların bir kıymeti yoktu. Bu yüzden de AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yükümlü Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’nin Osman Kavala’yı derhal serbest bırakması için bugüne kadar yedi karar ve iki ara karar verdi. 30 Kasım-2 Aralık tarihli toplantıda alınan ikinci ara kararda, Osman Kavala hakkındaki AİHM kararına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’ye karşı “ihlal prosedürü” başlatılacağı ifade ediliyordu. Ankara’ya AİHM’nin Kavala kararını nasıl uygulayacağını belirtmesi için 19 Ocak’a kadar süre verildi. Bir sonraki duruşma 17 Ocak’ta.

 

8 Ekim’deki duruşmadan on gün sonra Almanya ve Fransa dâhil Avrupa Birliği üyesi yedi ülkenin yanı sıra ABD, Kanada ve Yeni Zelanda’nın da aralarında bulunduğu on ülkenin Ankara büyükelçisinin ortak bir bildiriyle Osman Kavala’nın “serbest bırakılmasına” yönelik çağrısı, iktidarın tepkisine neden oldu ve Erdoğan, Osman Kavala’ya yönelik hakaretamiz ifadeler kullandı. Erdoğan daha önce de Osman Kavala’yı hedef göstermiş ve bunlar, AİHM kararında 18. madde ihlalinin gerekçeleri arasında yer almıştı. Osman Kavala, bu şartlar altında adil bir yargılanma yapılmasına imkân kalmadığını belirterek artık duruşmalara katılmayacağını ve savunma yapmayacağını açıkladı.

 

Bu arada Anayasa Mahkemesi 29 Aralık 2020’de verdiği kararda, 7’ye karşı 8 oyla, Osman Kavala’nın Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar verdi. Gerekçeli kararda, AYM başkanı ve altı üyenin, suçlamaların ve tutukluluğun hem Anayasa’ya hem de AİHM normlarına aykırı olduğunu belirttiklerini görüyoruz. AYM başkanı Zühtü Arslan’ın ifadesi yeterince açık: “…somut başvuruyla ilgili en önemli mesele başvurucunun tutuklandığı siyasal ve askerî casusluk suçunun varlığına dair kuvvetli belirti bir yana basit şüphenin dahi ortaya konulamamış olmasıdır.” İhlal olmadığını söyleyen üyeler ise, “casusluğun doğası gereği delilinin zor bulunacağını” gerekçe göstererek herkesin delilsiz suçlanmasını mümkün kılacak bir zemin kuruyorlardı.

 

Osman Kavala’nın haksız tutukluluğu yargının siyasi amaçlar için kullanılmasının dikkate değer bir örneği. Cezalandırılmak istenen kişiye göre suç uydurmanın, komplo teorilerinin delil yerine kullanılmasının ve sadece hukuk normlarının değil muhakemenin de reddinin bir örneği.

 

Bütün bu haksızlıklara rağmen Osman Kavala nezaketinden ödün vermeden kendi durumunu öne çıkarmadan yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün önemini vurgulamaya devam ediyor. Dört yılı aşkın süredir haksız ve dayanaksız şekilde içeride tutulsa da idealleri için mücadele etmekten vazgeçmiyor.

 

Bu yazıda Osman Kavala Davası’nın iktidar ve emrindeki yargı eliyle nasıl bir işkenceye dönüştüğünü aktarmak istedim. Günler, aylar, yıllar geçiyor ve Osman Kavala ve sevdikleri, hayatlarından çalınan bu zamanın ağırlığı altında sağlam kalmaya çabalıyor. Benim yazarken, sizin de belki okurken zorlandığınız bu uzun ve karmaşık süreç, onların hayatı. Üstelik bu sürecin parçası olan ama yazının dışında bıraktığım pek çok şey var; Anadolu Kültür’e yönelik kapatma davası ve çalışanlarının karşılaştığı gözaltı ve yargılamalar gibi.

 

Türlü çeşitli manevralarla haksız yere bir vatandaşın özgürlüğünün elinden alındığı, sivil toplum ve insan hakları alanını sindirmek, yasal toplumsal hareketleri kriminalize etmek ve Batı ile ilişkilerde büyüklenme performansı sergilemek için kullanıldığı bir dönemin sona erdiği adil ve özgür bir ülke hayaliyle İnsan Hakları Günü’nüzü kutlarım!

 

Bu yazı Transregıonal Center for Democratıc Studıes Blog tarafından İngilizce olarak yayımlanmıştır.

Asena Günal (1973), ODTÜ Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans, aynı üniversitenin Sosyoloji bölümünde yüksek lisans, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde doktora yaptı. 1998-2005 yılları arasında İletişim Yayınları’nda editör olarak çalıştı. 2008’de Depo’nun program koordinatörü olarak çalışmaya başladı. Türkiye’de sanatta sansürü belgeleyen araştırma platformu Siyah Bant’ın kurucu ve araştırmacılarından olan Günal, 2014 yılında Columbia Üniversitesi AHDA programına katıldı. Halen Anadolu Kültür’ün yöneticisi.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.