Kamp Ruanda: AİHM Müdahalesi İngiltere’nin “Mültecilerden Kurtulma” Planını Durdurulabilecek Mi?

İngiltere’de 14 Haziran sabahı, biri 54 yaşındaki bir Iraklı Kürt, 7 mülteci, bir otobüsün içinde saatlerdir endişe içinde, kendilerini 7 bin kilometre uzaktaki Afrika ülkesi Ruanda’ya taşıyacak uçağa bindirilmeyi bekliyordu.

 

Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakâr Parti hükümeti Nisan ayında, “büyük bir kriz” olarak lanse ettiği mülteci meselesini halletmek için dahiyane bir plan geliştirdiğini açıklamıştı. Sığınma başvurusu yapan binlerce kişi, dosyaları değerlendirilmeden Ruanda’ya gönderilecek, mülteci taşıyan ilk uçak Mayıs ayında İngiltere’den kalkacaktı. Parlamentodan geçmeyen bu icrai karar Ruanda ile yapılan ikili bir anlaşmaya dayanıyordu ve bu ülkeye bu “hizmeti” için miktarı açıklanmayan ödemeler yapılacaktı.

 

İlk uçak Mayıs ayında kalkamadı. Beklenenden çok fazla dirençle karşılaşılmıştı. İngiltere’de göçmenlerle dayanışan hukukçular, sivil toplum örgütleri, kampanya grupları gece gündüz çabalıyordu. Boris Johnson, planın “emekleme sorunları” yaşadığını itiraf etti. Göçmenlerin avukatlarını uluslararası insan kaçakçılarına hizmet etmekle bile suçladı! Ama Ruanda’ya ilk uçakla gönderileceği söylenen mülteci sayısı elene elene 10 Haziran’da 30’a, 13 Haziran’da, yani belirlenen son uçuş tarihine 1 gün kala 7’ye inmişti.

 

14 Haziran’da mültecilerin avukatlarının yerel mahkemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdindeki başvuruları sonucu, her birinin Ruanda’ya gönderilmesi hakkında geçici durdurma kararları çıktı ve Ruanda uçağı 14 Haziran’da da kalkmadı. Şimdi 6 ila 8 hafta içerisinde İngiltere’de bir mahkemenin konuyu esastan ele alıp karar vermesi bekleniyor.

 

Hukuki süreç nasıl işledi?

Iraklı Kürt mülteci, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun sonunda, bir şişme botla Manş Denizi’ni aşmış, ülkesinde hayatının tehlikede olduğunu söyleyerek İngiltere’ye iltica başvurusunda bulunmuştu. Tutulduğu gözaltı merkezindeki doktor, onu muayene ettikten sonra, işkence mağduru olabileceği yönünde bir rapor yazmıştı. Fakat birkaç gün sonra İçişleri Bakanlığı’nın, iltica başvurusunu incelemeyi bile reddettiğini ve 14 Haziran günü uçakla Ruanda’ya gönderileceğini bildiren bir mektup aldı.

 

Göçmen hukuku uzmanı Avukat Jacqueline McKenzie’nin çalıştığı hukuk bürosuna, uçuştan bir gün önce bir telefon geldi.[1] Mülteci gözaltı merkezinden arıyorlardı. Ertesi gün Ruanda’ya gönderileceğini öğrenen bir mülteci göz yaşları içinde yardım istiyordu. Avukatı yoktu. McKenzie avukatlığı üstlendi. Ama zaman çok dardı. Hızla, o akşam, işkenceye işaret eden doktor raporuna dayanarak, iltica başvurusunun değerlendirilmesi için İçişleri Bakanlığı’na başvurdu, o akşam reddedildi. Bunun üzerine dosyayı o gece göç ve iltica konularına bakan üst mahkemeye acil kaydıyla gönderdi. Şansı yaver gitti. Hâkim dosyanın incelenmesi gereğine ikna oldu ve mültecinin gönderilmesini geçici olarak durduran bir “ihtiyati tedbir” kararı verdi.

 

İçişleri Bakanlığı avukatları buna nasıl itiraz edeceklerini değerlendiredursun, aynı sırada müvekkilleri için İngiliz mahkemelerine yaptıkları başvurulardan sonuç alamayan diğer mültecilerden üçünün avukatları da iç hukuk yollarını tüketmiş olduklarını söyleyerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuşlardı. AİHM de mültecilerin Ruanda’ya gönderilmesi kararı hakkında ihtiyati tedbir hükmü verdi. Kalan mültecilerin avukatları da başvurdu. Fakat İngiltere İçişleri Bakanı Priti Patel, AİHM’nin kararlarının bağlayıcı olmadığını, uymayacaklarını söyleyince avukatlar bu kez İngiltere’de temyiz mahkemesine gittiler ve o da AİHM ile aynı yönde karar verince uçuş engellenmiş oldu.

 

İşte bütün bunlar olur dosyalar gidip gelirken 14 Haziran sabahının erken saatlerinde uçağa gitmek üzere otobüse bindirilen yedi mülteci başlarına gelecekleri bilmeden beklemeyi sürdürüyordu. Evlerinden, sevdiklerinden, işkence, zulüm gördükleri ülkelerinden kopmak zorunda bırakılmış, her şeyi göze alarak, demokratik değerleriyle övünen bir ülkeye sığınmış bu insanlar burada da başka tür bir işkenceye maruz kalmışlardı.

 

Bundan sonra neler olacak?

AİHM ve yerel mahkemelerin kararları “geçici durdurma” niteliğindeydi. Şimdi 6 ila 8 hafta içinde bir İngiliz mahkemesi, 7 mültecinin dosyalarını esastan ele alacak. Ama bu aynı zamanda Ruanda’ya mülteci ihracı planının hukuka uygunluğunun da denetimi anlamına geleceği için emsal oluşturacak.

 

Avukat Jacqueline McKenzie’ye göre, karar ne yönde çıkarsa çıksın, tarafların itiraz haklarını kullanmalarıyla, davanın Yüksek Mahkeme’ye kadar gitmesi ve yıllarca sürmesi beklenebilir. Dolayısıyla bu rauntta insan hakları bakımından elde edilen zaferin, İngiltere hükümetinin Ruanda’ya yeni uçaklar kaldırma çabalarını nasıl etkileyeceğini henüz bilmiyoruz.

 

Nitekim İçişleri Bakanı Patel karardan sonra “Ulusal sınırlarımızı korumak için doğru olanı yapmaktan geri durmayacağız. Hukukçularımız bu uçuş hakkındaki bütün kararları inceliyor ve bir sonraki uçuşun hazırlıkları başladı” diye konuştu.[2]

 

Diğer yandan Muhafazakâr Parti milletvekilleri ve hükümetin en üst kademesinden AİHM’nin, İngiltere’nin iç işlerine karışan bir “yabancı mahkeme” olduğu ve buna izin verilemeyeceği yönünde açıklamalar da geliyor. İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekilmesi tartışılıyor ve Başbakan Johnson’un da bunun bir ihtimal olduğuna işaret eden tehditvari açıklamaları var.

 

Bütün bunlara rağmen, AİHM ve yerel mahkemelerin geçici durdurma kararlarının, Boris Johnson’un, binlerce belki de on binlerce insanı, dehşet verici bir hukuk tanımazlıkla dünyanın bir başka ucuna gönderme planlarına büyük bir darbe indirdiğini rahatça söyleyebiliriz.

 

Yalanlar ve Gerçekler 1: Mülteci krizi var mı?

İngiltere hükümeti, mültecileri Ruanda’ya göndermek gibi distopik[3] bir senaryoyu kendi kamuoyuna bir dizi yalanla ve yanıltıcı argümanla sunuyor. Her şeyden önce İngiltere’nin çok tehlikeli ve büyük bir mülteci kriziyle karşı karşıya olduğu ve bu insanları başka yerlere göndermekten başka çare bulunmadığı söyleniyor. Bu iddianın gerçeklere dayanmadığını, son kırk yılın en hızlı fiyat artışlarıyla ve bir dizi skandalla puan kaybeden iktidar tarafından, özel olarak yaratılmış bir siyasi gündem olduğunu iddia etmek hiç de afaki olmayacak.

 

AB’den ayrıldıktan sonra “sınırlarının kontrolünü” ele geçirmekle övünen Muhafazakâr iktidar, tabanını kontrol etmekte evvel eski çok işine yarayan, “Yabancılar geliyor, bize ait olanı yiyorlar” diye özetlenebilecek politik manipülasyon aracını, Brexit sonrasında da başka bir biçimde sürdürme ihtiyacı duyuyor, ama gayet de seçici bir şekilde. Örneğin kriz iddiası, Ukraynalı mülteciler söz konusu olduğunda hiç konuşulmuyor. İngiltere hükümetinin, Rusya işgali karşısında şevkle desteklediği Ukrayna’dan gelen mülteciler için bugünlerde havaalanlarında “Ukrayna yardım masaları” kurulu. Dev panolarda Ukraynalılara “Birleşik Krallık size sıcak bir hoş geldin diyor” mesajı yazılı.

 

Yıllardır İngiltere’de karşılaştıkları önyargılar ve bürokratik eziyetlerden yorgun düşmüş yüz binlerce göçmenin gıptayla ama içini çekerek baktığı bu sıcak karşılama, her gün şişme botlarla dev dalgalara atılan “sıfır noktasındaki” binlerce İranlı, Eritreli, Arnavut, Iraklı ve Suriyeli mülteci için uzak bir hayal. Onların falında Ruanda yazılı.

 

Seçicilik bir yana, İngiltere’nin, “istemediği tür mülteciler” bakımından da bir krizle karşı karşıya sayılamayacağını aslında rakamlar çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, bugün dünyada yerinden edilmiş 100 milyon insan var; 26 milyonu farklı ülkelerde yaşıyor ve 5 milyon kişi iltica başvurularına yanıt bekliyor. İngiltere ile nüfus bakımından kıyaslanabilecek birçok ülke, milyonlarca mülteci barındırıyor.

 

İngiltere’ye ise 2021 yılında 48.540 kişi iltica başvurusu yapmış, başvurusu kabul edilenlerin sayısı 14.500.[4] Kıyaslarsak örneğin Almanya geçen yıl 127 bin, Fransa 96.510 iltica başvurusu almış. Ülkeyi istila edeceklermiş gibi büyütülen, Manş Denizi’ni geçen tüm mültecilerin sayısı 2021’de 30 binin altında. Son bir yıl içinde sadece Polonya’nın 3 milyon Ukraynalıya sınırlarını açtığı düşünüldüğünde bu rakamlara kriz demek abartının da çok ötesine düşer.

 

Yalanlar ve Gerçekler 2: Ruanda planı insan kaçakçılığını caydırabilir mi?

İngiltere hükümetinin, Ruanda planının insan kaçakçılarını caydıracağı iddiası ise basit bir mantık yürütmeyle bile hemen çöküyor.

 

Her şeyden önce Ruanda’ya gönderilmek istenen göçmenler, savaştan, zulümden, işkenceden, şiddetten kaçıyor ve geri dönmektense yollarda ölmeyi göze alıyorlar. Bu göçü durdurmak, kuşkusuz bu insanların kaçmalarına sebep olan koşullar değişmedikçe mümkün olamaz. Nitekim İngiltere’deki Mülteci Konseyi adlı sivil toplum kuruluşu hükümetin Ruanda planını açıklamasından bu yana Manş’ı geçenlerin sayısında değil azalma, artış olduğuna dikkat çekiyor.[5]

 

Ruanda planının ardında aslında yüce insani amaçlardan ziyade basit maliyet hesaplarının bulunduğunu söyleyenler de var ve haklı da olabilirler ama Ruanda’ya peşinat olarak 120 milyon sterlin ödemiş olan İngiltere hükümeti, planın toplam maliyetini açıklamaktan kaçınıyor. Çok daha önemlisi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde güvence altına alınmış olan hakların ihlali, hiçbir maliyet hesabıyla meşrulaştırılamayacağı için bu tartışma anlamlı değil.

 

Yalanlar ve Gerçekler 3: Ruanda Afrika’nın İsviçre’si mi?

Ruanda hükümet sözcüsü, geçen hafta, İngiltere’nin göndereceği mültecilerin hayatlarını yeniden kurmalarına yardım edeceklerini, iltica başvurularının değerlendirileceğini, hukuki destek, tercüman hizmeti, yaşanabilir konutlar sağlanacağını söylüyor, ülkesinin dışarıda yanlış tanıtıldığını savunuyordu.

 

Dünya kamuoyunun 1994’teki soykırım ile hatırladığı Ruanda, bugün ilk bakışta Afrika’nın istikrarlı ülkelerinden biri gibi. 22 yıldır -son seçimde oyların yüzde 99’unu alan- Paul Kagame tarafından yönetiliyor. Tanıtım broşürlerindeki temiz ve çiçekli sokakları, sağlıklı güleç insanlarıyla, ekonomisinin istikrarıyla, ilk bakışta acı geçmişini geride bıraktığı izlenimini veriyor. Ama görünüş aldatıcı olabilir. Ruanda üzerine “Do Not Disturb” (Rahatsız Etmeyin) başlıklı bir kitap yazan Michela Wrong, Ruanda için “Afrika’nın İsviçre’si gibi görünüyor ama çok baskıcı ve ürkütücü bir ülke” diyor.[6]

 

Baskının kanıtları belgeli. Uluslararası insan hakları izleme örgütü Human Rights Watch geçen ay hükümeti eleştiren 8 Youtube yayıncısının yargılanıp hapis cezası aldıklarını raporladı. Yurt dışına kaçan muhaliflere suikastlar düzenleniyor. Ruanda soykırımı sırasında binlerce kişinin hayatını kurtaran ve hikayesi Hollywood filmi Hotel Ruanda’ya konu olan muhalif Paul Resesabagina, yurt dışındayken kaçırılarak yargılandı ve isyancı bir grubu desteklediği iddiasıyla 25 yıl hapse mahkûm edildi.

 

En ironik olan ise bizzat İngiltere’nin mülteci gönderme planını açıklamadan sadece birkaç ay önce Ruanda’yı insan hakları ihlali iddialarını araştırmamakla suçlayıp kınamış olması.[7]

 

Baskıcı rejiminin yarattığı endişelere ilaveten,13 milyon nüfuslu, küçük ve yoksul bir tarım ülkesi olan Ruanda’nın, Boris Johnson’a inanmak gerekirse, “önümüzdeki yıllar içerisinde sayıları on binleri bulacak olan mülteciye” yeni bir hayata başlama imkanları sunabilmesi de çok zor.

 

Plastik Atıklar ve Atık Muamelesi Gören İnsanlar

Planın küresel politikada sembolik anlam taşıyan bir boyutu ise zengin Batı’nın ya da “Kuzey’in” Afrika’ya bakışındaki çarpıklığı apaçık sergilemesi.

 

Geçen yıl Danimarka, Ruanda ile benzer bir anlaşma planını açıkladığında Afrika Birliği’nin gösterdiği sert tepki bunun ve mülteci sorunundaki küresel dengesizliğin gözlerden kaçmadığını gösteriyordu:

Afrika’dan Avrupa’ya göçü durdurmak için bu tür yollara başvurulması yabancı düşmanlığıdır ve kesinlikle kabul edilemez. (…) Afrika halihazırda dünya mültecilerinin, çoğu müzminleşmiş koşullarda olan yüzde 85’ini barındırıyor. Buna karşılık mültecilerin yalnızca yüzde 15’i gelişmiş ülkelerde.[8]

 

Ruanda’ya mülteci gönderme planı, açıklandığından bu yana bana, İngiltere’nin, kendisi çözüm üretmek yerine, baş edemeyeceği baştan belli olan başka ülkelerin üzerine yüklemeyi seçtiği bir başka sorunu hatırlatıyor.[9]

 

Yüz binlerce ton plastik atığını azaltmak ya da geri dönüştürecek tesislere yatırım yapmak yerine, para karşılığında -yakın zamana kadar Türkiye başta olmak üzere– daha yoksul ülkelere gönderen İngiltere, şimdi de dünyanın sahip çıkılmaya, korunmaya en çok ihtiyacı olan insanlarına, uluslararası hukukla tanınmış temel haklarını ihlal ederek adeta “atık” muamelesi yapıyor.

 

Bu planın Danimarka ve Avustralya gibi başka ülkelerin hükümetleri tarafından da ciddi şekilde değerlendiriliyor olması ise, durdurulamadığı takdirde, “göç distopyasının” çok daha korkutucu yerlere gidebileceğine işaret ediyor.

 

[1] Jacqueline McKenzie (2022) “ Patel’s Deportations Blocked”, Novara Media-TyskySour, 15.06.2022, https://www.youtube.com/watch?v=CxvsVqBOTfo, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[2] The Guardian (2022), “Rwanda asylum flight cancelled after 11th-hour ECHR intervention”, 14.06.2022, https://www.theguardian.com/uk-news/2022/jun/14/european-court-humam-right-makes-11th-hour-intervention-in-rwanda-asylum-seeker-plan?utm_term=Autofeed&CMP=twt_gu&utm_medium&utm_source=Twitter#Echobox=1655231814, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[3] Bu çok yerinde terimi Hande Arpat’ın İnsan Hakları Okulu için yazdığı ‘Göç Distopyası’ başlıklı yazıdan ödünç aldım. Hande Arpat (2022) “Göç Distopyası”, İnsan Hakları Okulu-Blog, https://blog.insanhaklariokulu.org/goc-distopyasi/, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[4] UNHCR (2022) “Asylum in the UK”, https://www.unhcr.org/uk/asylum-in-the-uk.html, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[5] The Guardian, aynı haber.

[6] Lucy Fleming (2022) “UK asylum deal: Is Rwanda a land of safety or fear?”, BBC, 14.04.2022, https://www.bbc.com/news/world-africa-61111915, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

[7] Independent, (14.06.2022) https://www.independent.co.uk/news/uk/home-news/rwanda-asylum-deal-home-office-uk-b2058273.html

[8] BBC, aynı haber.

[9] İngiltere’nin yıllık 500 bin tona ulaşan plastik atık ihracatı ve yakın zamana kadar bunun en büyük alıcısı olan Türkiye’deki durum üzerine BBC araştırması için bakınız: BBC (2020) “Why is UK recycling being dumped by Turkish roadsides?”, https://www.bbc.com/news/av/uk-53181948, [Erişim Tarihi, Haziran 2022].

 

1960 yılında doğdu, Ankara ve İstanbul’da büyüdü. 5 yaşındayken anne ve babasıyla Türkiye İşçi Partisi’ne gittiği günlerden beri siyasetle yaşıyor. 1976 yılında AÜ SBF’ye ve 1984’te Mamak Askerî Cezaevi’ne girdi, 1986’dan beri Londra’da yaşıyor. Uzun yıllar BBC Türkçe servisinde çalıştı, on yıldır serbest gazetecilik yapıyor. Sosyalist Feminist Kaktüs, Feminist, Pazartesi, Amargi ve Jinha, Birikim, Bianet, Özgür Gündem, Evrensel ve Yeni Yaşam’a yazılar yazmaktan keyif aldı.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.