Göç Distopyası

İnsanı da kapsayan tüm canlılık, tarihi boyunca hareket halinde olageldi; göç, göçmenlik yeni olgular değil. Göçe dair yeni olan bir şey varsa (“yeni” sözcüğünü içerebileceği tüm olumlu anlamlardan sıyırarak kullanmış olalım), o da günümüzde göçün uluslararası ölçekteki yönetim biçimi. Uluslararası politikaları da üstü örtük biçimde belirleyen bu yeni göç yönetimi şayet bir norma dönüşürse, tam anlamıyla bir göç distopyasından bahsediyor olmamız çok uzun zaman almayacak gibi görünüyor. Göçe ilişkin güncel verileri, merak edenlerin ulaşabilecekleri uluslararası kaynaklara bırakıp, bizi göç distopyasına doğru götürebilecek kimi “yeni” örneklerle devam edelim…

 

Avrupa Birliği sınırlarında göçmenleri saptamak için kullanılan yüksek teknoloji ve buna harcanan milyarlar…

 

The Guardian’ın Aralık 2021 tarihli haberine göre[1], Avrupa Birliği’nin (AB) kara ve deniz sınırlarındaki düzensiz göçmenleri yakalamak ve saptamak için yüksek teknoloji sistemlerine ayrılan bütçe milyon dolarları bulmuş durumda. Bu yüksek teknolojinin temel anlamda savunma sanayisine sırt dayadığını ifade etmeden geçmeyelim; kızıl ötesi ve termal kameralar, hareket saptayan ileri görüş sensörleri, helikopterler, savaş gemileri, dronelardan bahsediyoruz; dolayısıyla, AB’nin düzensiz göçmenleri savunma perspektifinden ele alarak yönettiğinden… Kendisine yeni bir pazar alanı açılmış olan savunma sanayisinin de artan gelirine değinmeye gerek yok. En yüksek maliyetli cihaz ise, Akdeniz’deki düzensiz göçmenleri saptamak ve yakalamak için kullanılan Heron isimli uzun soluklu drone; Heron ve Hermes droneları İsrail savunma sanayisi tarafından üretilen, İsrail’in Gazze saldırılarında omurilik görevi gören savaş makineleri.

 

Yunanistan, kara sınırlarındaki göçmenleri geriye itmek için, şiddeti 162 desibele kadar çıkabilen ses füzelerine başvuruyor. Polonya hükümeti ise Belarus sınırında yine hareket detektörleri ve termal kameralarla donatılmış tel örgülü duvarın örülmesi için 350 Milyon avroluk bütçeye onay verdi. Bu arada, Yunanistan, Macaristan ve Litvanya’da yakalanan göçmenlerin tabi tutulduğu yapay zekâ temelli yalan makinesi için AB’nin ayırdığı bütçe 4,5 milyon avroyu geçiyor.

 

Almanya Parlamentosu Üyesi Özlem Demirel, AB sınırlarında göçün bir güvenlik sorunu ve savunma hakkı olarak ele alınmasına karşı aktif muhalefet yürüten önemli isimlerden; pek çok uluslararası insan hakları örgütü de benzer şekilde bu örüntüye net olarak karşı duruyor.

 

Yüksek savunma teknolojisine harcanan milyonlara değinirken, AB sınırlarındaki göçmen kampları ve yakalanma ve/veya geri gönderme merkezlerindeki insanlık dışı yaşam koşulları, işkence ve kötü muameleleri atlamamış lakin başka bir yazıya bırakmış olalım. Yine ciddi bir sorun olan insan kaçakçılığına ilişkin ileri bir tartışma da başka bir yazının konusu olsun; çünkü devletler göçü güvenlik sorunu olarak ele aldıkça, insanlığa karşı suç işleyenlere, insan kaçakçılarına ne yazık ki gün doğuyor.

 

Açık denizde yüzen bir ada mı, denizin dibine batsın istenen bir toplama kampı mı: Bhasan Char Adası

 

Bangladeş, Myanmar hükümetinin zorla göçe sürüklediği milyonlarca Rohinyalı’ya ev sahipliği yapıyor. Başta Cox Bazaar olmak üzere, pek çok uluslararası kurumun destek verdiği mülteci kamplarında barındırılan Rohinya mültecilerini, akıl almaz “yeni” bir yerleşim bekliyor: Bengal Körfezi’nde yüzen bir ada olan Bhasan Char Adası[2]. Yapımına 2017 yılında başlanan adanın kuş bakışı görüntüsü Auschwitz-Birkenau Toplama Kampı’nı andırıyor. Pek çok insan hakları örgütünün açıkça karşı çıktığı bu adanın yapımı tamamlandığında 100 bini aşkın Rohinya mültecisinin adaya yerleştirilmesi planlanırken, Aralık 2020’den bu yana en az 20 bin mülteci çoktan zorunlu olarak adaya taşındı bile. Eğitim, sağlık, iletişim gibi hizmetlerin son derece kısıtlı olduğu adaya ulaşım ise sadece Bangladeş Donanması tarafından sağlanabiliyor. Gerek adadan ulaşan fotoğraf ve videolar, gerekse hala Cox Bazaar’da bulunan Rohinyalılar’ın verdiği demeçler, kitlesel göçün toplama kampları ile yönetilir olmasının nasıl bir kolektif amneziye işaret ettiğini gösteriyor; Nazi toplama kamplarının üzerinden henüz 100 yıl dahi geçmemişken…

 

Kendisi yüzen bir ada olan Bhasan Char, muson yağmurları ve toprak kayması gibi pek çok doğa olayına karşı da bir hayli korunmasız; adeta yüz binlerce mülteci ile birlikte denizin dibine batması dilenircesine planlanmış bu adadaki inşaat ve altyapı maliyetlerinin Bangladeş’in kendi kaynaklarını çok aştığını, dolayısıyla nasıl temin edilmiş olabileceğini ise distopik göçün ekonomi politiği temelli başka bir yazıya bırakalım.

 

Batının göç arka bahçesi Rwanda…

 

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, yakın zamanda açıkladığı yeni yasa tasarısı ile, 1 Ocak 2022’den bu yana ülkesine giren tüm düzensiz göçmenleri hangi ülkenin yurttaşı olduklarından bağımsız olarak, Rwanda’da inşa edilen “yerleşim yerine” göndereceklerini açıkladı[3]. İngiltere ile Rwanda arasında yapılan anlaşmaya göre, İngiltere hükümeti Rwanda’ya 120 milyon İngiliz poundu ödüyor ve temel argüman olarak da düzensiz göçmenlerin insan kaçakçılarının elinden kurtarılacak olmasına bel bağlanıyor. Aynı İngiliz hükümeti bu anlaşmanın aylar öncesinde, Rwanda hükümetini ileri düzeydeki insan hakları ihlalleri nedeniyle kınamış ve konuyu Birleşmiş Milletler gündemine taşımıştı. Türkiye’de F Tipi hapishanelerin tanıtımları esnasında tertemiz yatakların öne çıkarıldığı fotoğrafları hatırlatır şekilde, Rwanda’da inşa edilen kamplardan da tertemiz oda görüntüleri basına servis ediliyor. Beraberinde, Yemenli bir çiftin Rwanda’ya gönderildikten sonra açtıkları kahve dükkânı sayesinde ne de mutlu bir hayata kavuştukları, nereden çıktıysa bugünü buldu, dedirtecek şekilde yine İngiliz basınında haber oluyor. İngiltere’de göçmenlerle yapılan röportajlar ise durumun aksine işaret ediyor, “Rwanda’ya gönderilmektense burada ölmeyi tercih ederim” diye beyan veren göçmenler çoğunlukta…

 

Danimarka ve kimi diğer AB ülkeleri de Rwanda ile benzer bir iş birliğine sıcak baktıklarını çoktan beyan ettiler. Sınırların yüksek savunma sanayisi teknolojileri ile korunmasından sonra, Batının göç politikalarına ilişkin yeni stratejisi Bangladeş’ten farksız görünüyor.

 

Tüm bunlar için milyarlarca dolar bütçe ayrılırken, Akdeniz’deki yerel balıkların protein yapılarında bozunma gözlendiği ve bunun sebebinin ise Akdeniz’de boğularak ölen binlerce mültecinin cesedi ile beslenmeleri olduğunu öne süren bilimsel çalışmaların sunduğu korkunç tabloyu da anmadan geçmeyelim…

 

Türkiye…

 

Dünyadaki en büyük göçmen nüfusuna sahip ülkemizde de göç ve göçmenlere ilişkin politikalar içe siner halde olmadı hiç. Ne yazık ki güncel göç olgusunun hala “Arap düşmanı mısın, değil misin” yüzeyselliğinde tartışılması, konunun diyalektik bağlamından koparılması dışında bir şeye hizmet etmediği gibi, göç politikalarının yeniden üretilmesine de izin vermiyor. Binlerce yıldır daima ana göç yollarına köprülük ve pek çok uygarlığın kitlesel göçüne ev sahipliği yapmış olan Anadolu’nun tüm göç tarihini görmeye erinenler, en azından yakın tarihimizdeki Ermeni ve Rum zorunlu dış göçleri ve daha da yakın tarihimizdeki zorunlu Kürt iç göçünü görmezden gelmemeliler. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bu göç dinamiklerinin neden ve sonuç ilişkileri derin bir şekilde işlenmeden, Suriyelilerin ağırlıkta olduğu güncel kitlesel göçe ilişkin üretilebilecek bakış açıları, herkesin barış ve huzur içinde yaşayacağı özlenen günlere bizleri taşıyabilir mi emin değilim…

 

Bu bağlamda, tarihsel derslerimizi hala çıkarmamış ve de seçime doğru yaklaşırken, siyasetin üst perde dili ise “Aşağı inmezsen seni döverim” halini almışken, Türkiye’nin pek çok uluslararası kurumla birlikte fikri ve fiziki inşasına katkı verdiği “Güvenli Tampon Bölge”ye geri dönüş politikalarının bu distopik örüntüye yedeklenmemesini sadece ummamamız gerekebilir. Vakit hızla daralırken, özellikle insan hakları ve göç alanlarında faaliyet gösteren tüm sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, akademik birimler ve geleceği distopik hayal etmeyen/ettirmeyen tüm siyasi partilerin, yakın geleceğimizde öyle ya da böyle bizi bekleyen bu gündemi acilen ajandalarına ekleyip ilgili çalışmaları yürütmeleri elzem görünüyor.

 

Okura bir de şarkı bırakalım 1940 yılından; gitarında “This machine kills fascists”* yazan Amerikalı Country müzisyeni ve protest sanatçı Woody Guthrie, “Bu topraklar hepimizin” diyor…

 

 

*”Bu makine faşistleri öldürür” (mecazen 😊 )

 

[1] The Guardian (2021) “Fortress Europe: the millions spent on military-grade tech to deter refugees”, https://www.theguardian.com/global-development/2021/dec/06/fortress-europe-the-millions-spent-on-military-grade-tech-to-deter-refugees, [Erişim Tarihi, 19 Mayıs 2022].

 

[2] Human Rights Watch (2021)“An Island Jail in the Middle of the Sea”, Bangladesh’s Relocation of Rohingya Refugees to Bhasan Char”, https://www.hrw.org/report/2021/06/07/island-jail-middle-sea/bangladeshs-relocation-rohingya-refugees-bhasan-char, [Erişim Tarihi, 19 Mayıs 2022].

 

[3] AlJazeear (2022) “UK to send asylum seekers to Rwanda under controversial new deal”, https://www.aljazeera.com/news/2022/4/14/uk-to-sign-deal-to-send-male-channel-refugees-to-rwanda-reports; [Erişim Tarihi, 19 Mayıs 2022].

Doktor. 2014-2018 Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi. Uzun zamandır göçmen sağlığı alanında hizmet veriyor.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.