Filistin topraklarının işgali ve bu işgalin insanî ve siyasi sonuçları, bölge ve dünya barışı ile güvenliğini olumsuz etkileyen temel bir sorun olmaya devam ediyor. Filistin sorunu, kültürel, psikolojik ve sosyolojik boyutları olan birçok küresel sürtüşmenin de kökeninde yatıyor.
Filistin halkı, haklı bir dava uğruna vakur biçimde mücadele etmenin ve yasadışı işgal ve saldırılara karşı direnişinin anlam ve değerini uluslararası topluma gösterdi. Bunun sonucunda, Filistin davası uzun zamandır bir evrensel adalet ve vicdan meselesi haline geldi. Arap-İslam dünyasına ek olarak Kuzey ve Güney Amerika’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Uzak Doğu’ya uzanan geniş bir coğrafyada tüm dünyadan insanlar, toplumlar, milletler ve hükümetler onlarca yıldır Filistin halkıyla dayanışma gösteriyor.
Filistin davasının haklılığı ve meşruiyeti, başta Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı dâhil olmak üzere birçok uluslararası ve bölgesel kuruluş tarafından alınan çok sayıda kararla teyit edilmiş durumda. Söz konusu uluslararası belgeler, Filistin Devleti ve yurttaşları ile dayanışma gösterenler lehine güçlü bir hukuki ve siyasi temel yaratıyor. Dolayısıyla, böylesi bir davanın desteklenmesi uluslararası toplum için yalnızca ahlaki değil, aynı zamanda hukuki bir yükümlülük niteliği taşıyor.
Filistin’de Türkiye’yi temsil etmiş olduğum iki yıl boyunca, Filistin halkının en sert işgal koşulları altında sergilemiş olduğu direnç, metanet ve gururun yanında, bu halkın dinamizm ve yeteneklerine tanık oldum. Dolayısıyla aşağıdaki yorumlarım, işgal altındaki Filistin toprakları, yani Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’deki yaşam ve şartlara ilişkin günlük gözlemlerimden kaynaklı bir tanıklık olarak görülebilir. Filistinli mültecilerin ve onları çeşitli ülkelere dağılmış kamplarının içinde bulunduğu kötü şartları, Türkiye’nin UNRWA [The United Nations Relief and Works Agency for Palestine Refugees in the Near East-Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı] İstişare Komitesi’ndeki temsilcisi sıfatıyla yakından gözlemleme imkânım da oldu.
Filistin topraklarının İsrail tarafından işgali, ileri teknolojik, askeri ve ekonomik araçların yanı sıra, idari ve siyasi enstrümanlarla sürdürülen çok yönlü ve çok katmanlı, karmaşık bir durum ve tüm Filistinlilerin insan haklarını, hayatlarının her alanında olumsuz bir şekilde derinden etkilemeye devam ediyor:
- İçme suyu dahil olmak üzere su kaynakları, sağlık ve hıfzıssıhha hizmetlerine erişimde yaşanan zorluklar: Filistin’in doğal mirası ve sembolleri olarak görülen zeytin ağaçları ve meyve bahçelerinin yerleşimciler tarafından sık sık hedef alınması ve yakılması dâhil olmak üzere çevrenin, doğal ve kırsal yaşamın tahrip edilmesi
- Eğitim ve akademik kuruluşlara erişim üzerine konulan engeller, işgal güçlerinin üniversite öğrencileri ve akademisyenlere yönelik baskıları, başta Doğu Kudüs’te olmak üzere kültürel ve dini haklara getirilen kısıtlar, kültürel mirasın tahrip edilmesi ya da korunmasının önlenmesi
- Siyasi haklar ve yurttaşlık hakları, ifade ve gösteri özgürlüğü, özgür iletişim ve basın-yayın faaliyetlerinin önüne koyulan engeller
- Evlilik, ailelerin yeniden birleşmesi, ikamet ve tescil, doğum belgesi çıkarılması, seyahat izinleri ve kimi mezarlık ve defin prosedürleri dâhil olmak üzere yurttaşlık hakları ile ilgili konularda çıkartılan güçlükler
- Filistin vatandaşları ve şirketleriyle onların yabancı ortaklarının serbest iş ve ticaret, bankacılık, finans, tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerinin önüne dikilen engeller
- İşgal güçleri tarafından Filistinlilere ait konutların ve diğer mülklerin yasadışı biçimde yıkılması, arazilerin kanunsuz olarak iktisap edilmesi ve aileler ile çiftçilerin zorla yerlerinden edilmesi gibi konut edinme ve kentsel yaşamı olumsuz etkileyen uygulamalar
- Gazze Şeridi’ne koyulan abluka dâhil olmak üzere ulusal ve uluslararası düzeyde seyahat ve dolaşım özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar.
Yukarıda sayılan hususlar, yeni doğan bebekler ve hamile kadınlardan üst düzey memurlara, tüm yaş gruplarından ve toplumun tüm kesimlerinden Filistinlilerin doğumdan ölüme kadar ve hatta ölümlerinden sonra cenaze törenleri sırasında ya da mezarlarında, yaşamlarının her alanında insan olarak sahip olmaları gereken temel haklardan çeşitli yollarla yoksun bırakıldıkları ya da bu haklarının ihlal edildiği anlamına geliyor.
İstatistiklere göre Filistin halkının çoğunluğu işgal güçlerince tutuklanma, hapse atılma, hakaret, işkence, insani olmayan ya da aşağılayıcı muamele, sorgulanma ya da cezalandırılma gibi durumlarla karşı karşıya kalıyor.
İşgal güçlerinin askeri harekatları her gün ölümlere ve diğer trajik sonuçlara yol açıyor ve bu durum Filistinli aileler ve özellikle anneler ve çocukların çektikleri acıları daha da derinleştiriyor.
Yukarıda sayılan olguların her birinin sınırsız örneklerine görev sürem boyunca gün gün tanıklık ettim. Yaşamlarının tümü ya da bir kısmı boyunca işgalin yukarıda sayılan olumsuz etkilerine maruz kalmış kişiler, aileler, tüccarlar, iş adamları, akademisyenler, öğretmenler, basın mensupları, siyasetçiler, imamlar ve rahipler, diplomatlar, işçiler, çiftçiler, sanatçılar, mülteciler, eski mahkûmlar, mahkûm aileleri ve çocuklar gibi geniş bir yelpazeden insanlarla bizzat karşılaştım ve tanıştım.
Kontrol noktaları, tel ya da beton duvarlar ve idari tedbirler dâhil olmak üzere farklı yöntemler kullanılarak işgal altındaki topraklar kasıtlı olarak bölünüyor ve bunlar arasında engeller yaratılıyor.
Yukarıda çizilen tablo, yerleşimleri gösteren bir haritaya bakıldığında açıkça görüleceği gibi, yasadışı İsrail yerleşimleri tarafından daha da pekiştiriliyor. Yerleşimcilerin teşviki, tahrikleri ve saldırıları durumu iyice dayanılmaz bir hale getiriyor.
Dikkat çekilen hususların tümü, Birleşmiş Milletler ve onun çeşitli alanlardaki uzman kuruluşlarının yıllık raporlarıyla kapsamlı ve nesnel bir şekilde tespit ve teyit edilmiş durumda.
Tüm bunların yarattığı sonuçlar arasında Filistin topraklarındaki ekonomik ve sosyal durumun son derece kötü bir durumda bulunuyor oluşunu, kişi başına düşen milli gelirin keskin bir düşüş göstermiş olmasını, ekonomik durgunluk ya da gerilemenin, işsizlik ve yoksulluğun sürmekte olmasını da saymak gerekir. Son Dünya Bankası rakamlarına göre kişi başına düşen milli gelir İsrail’de 44 bin doları bulmuşken, Filistin’de 3000 doları ancak aşıyor. Yan yana yaşayan iki toplumun gelirleri arasındaki uçurum da işgalin çarpıcı bir sonucu.
*******
Diğer yandan, UNESCO Dünya Mirası Komitesi’nin (WHC) eski başkanlarından biri olarak, tarihi Kudüs şehrinde ibadet özgürlüğü ve kültürel mirasın korunması gibi önemli bir hususu da bu vesileyle dikkate sunmak isterim. UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Mescid-i Aksa Cami ve Hristiyanların kutsal mekânları dâhil olmak üzere Eski Kudüs şehrini ve bu şehrin duvarlarını 1982 yılında Tehlike Altındaki Dünya Mirası listesine dâhil etmişti. En son yayımlanan UNESCO Dünya Mirası raporlarına göre erişime getirilen kısıtlamalar, İsrailli yerleşimcilerin ve radikal grupların zorla sızma girişimleri ve provokasyonları, Ürdün Kudüs Vakfı tarafından yürütülen koruma ve restorasyon çalışmalarının engellenmesi, binaların kapatılması, Mescid-i Aksa’nın yapısına ve iç döşemelerine hasar verilmesi ve civarında kazılar yapılıp tüneller açılması, bina yıkımları gibi faaliyetler ne yazık ki hala devam ediyor. İlgili UNESCO ve WHC kararlarının bu gibi ihlalleri, Mescid-i Aksa ve Hristiyan kiliseleriyle kutsal mekânlarını olumsuz bir şekilde etkiliyor.
Bunlara ek olarak, İsrail Hükümeti, Doğu Kudüs’te UNESCO’nun tüm yetki alanlarını kapsayan konular hakkında düzenli olarak raporlar hazırlayıp sunmak üzere Doğu Kudüs’te bir UNESCO daimî temsilcisinin bulundurulmasına izin vermemekte.
El Halil (Hebron) ve Beytullahim (Bethlehem) şehirlerindeki Filistin Dünya Mirası alanları da kısıtlamalara maruz kalmakta. UNESCO raporlarına göre Filistinli Müslümanlar ve Hristiyanların bu yerlere erişimine getirilen bazı yasaklar, İsrail makamları ve İsrailli yerleşimciler tarafından sürdürülen yasadışı kazı faaliyetleri ve inşaatlar devam etmekte. Bu durum, sorunun yalnızca Filistin halkının kültürel kimliği ve hakları ile değil, aynı zamanda tüm insanlığa ait olan ve herkes tarafından üzerinde durulması gereken kültür mirasıyla ilgili bir diğer önemli boyutu.
*******
Ortaya koyulan olumsuz tabloya karşın Filistin’deki gözlemlerime dayanarak saptadığım iki olumlu noktayı belirtmek isterim. Bunlardan biri, Filistin liderliği ve hükümetinin yaklaşımıdır. Filistin yönetimi, bir yandan devlet kurumlarını güçlendirme, temel hizmetleri yerine getirme ve yurttaşlarının günlük yaşamlarını iyileştirme çabası içindedir. Buna paralel olarak, İsrail’deki barış yanlısı kesimlere erişim çabaları dâhil, uluslararası toplum ile yakın ilişki ve temaslarını sürdürmektedir. Böylece iki devletli bir çözüme yönelik umutları yeniden tesis etmek için akılcı, ihtiyatlı, sabırlı ve stratejik bir yaklaşım izlemektedir. İşgalin varlığının şiddet kullanımının önemli bir tahrik faktörü olmaya devam etmesine rağmen, Filistinli yetkililerin karşılıklı anlayışa ve bir arada yaşamaya olanak sağlayan bir barış kültürü yaratmaya yönelik çeşitli çabaları da takdire değer.
Filistin’de kaldığım sürede tanıklık ettiğim ikinci bir olumlu tablo, Türklerden ve Avrupalı Müslümanlardan oluşan turist gruplarının Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı içeren bir seyahat rotasında dini-kültürel seyahatler kapsamında giderek artan ziyaretleri oldu. Bu gibi dayanışma gezilerinin, Filistin halkının kendini daha az yalnız hissetmesini sağladığını, Filistin’in turizm sektörüne mütevazı da olsa bir katkı sağladığını ve ibadet zamanlarında Mescid-i Aksa’yı doldurduğunu gördüm. Bu da görev sürem boyunca sahada yaptığım az sayıda olumlu gözlemden biri oldu. Ne yazık ki bu türden seyahatlerin, COVID-19 pandemisi, ekonomik faktörler ve belirli vize kısıtlamaları dâhil olmak üzere çeşitli nedenlerle yakın zamanlarda azaldığı anlaşılıyor.
********
An itibariyle kesilmiş olsa da Filistin ve İsrail arasındaki barış görüşmeleri, barışı gerçekleştirmenin tek yolu olarak görünüyor. Böylece, Filistin topraklarındaki işgalin sona ermesi ve başta insan hakları ihlalleri olmak üzere Filistin halkının acılarının dinmesi sağlanmış olacak. İsrail halkı da hak ettiği normal yaşama, güvenliğe, ilişkilere ve istikrara kavuşabilecek. Böyle bir sonuç Orta Doğu’da ve tüm dünyada barış ve güvenliği sağlamak için çok önemli bir adım olacaktır.
*Türkiye’nin eski Filistin Büyükelçisi ve Kudüs Başkonsolosu Gürcan Türkoğlu’nun İslam İşbirliği Teşkilatının (OIC) İnsan Hakları Bağımsız Komisyonu’nun 17 Şubat 2022 tarihinde İstanbul’da yapılan Filistin Panelinde yaptığı konuşmanın İngilizce’den çevirisidir.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. 1979 yılında girdiği Dışişleri Bakanlığı’nın farklı birimlerinde ve yurt dışında Cidde, Oslo, Madrid, Şam, New York (BM) ve Bağdat’taki Türk misyonlarında çeşitli kademelerde görev yaptı. Türkiye’yi Filistin, İran ve UNESCO nezdinde büyükelçi düzeyinde temsil etti. 2007-9 yılları arasında Cumhurbaşkanı Dış Politika Baş Danışmanlığı görevinde bulundu. UNESCO Dünya Mirası Komitesi Başkanı (2015) ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkan Yardımcılığı (2014-16) görevlerinde bulundu.
-
This author does not have any more posts.