Artık her şey hiç olmadığı kadar birbirine bağlı. Aynı “an”da hem sembolik hem gerçek.
İbrahim Kalın 2014’te şöyle yazıyordu:
Toplumsal muhayyile, bir toplumun zihni ve ahlaki kodlarını şekillendiren düşünce, his ve eylem bütünüdür. İşte bu bütün merkeze alınarak varlık ile ahlak, bilgi ile erdem, hukuk ile değer arasındaki bağlar yeniden keşfedilmelidir. Bu keşif temel hak ve özgürlüklerin esas alındığı bir ahlaki zemine oturmalıdır; ama soyut kuralların yaşayan bir gerçeklik haline gelmesi için toplumsal muhayyileden de kopmamak gerekir.[1]
Toplumsal muhayyileleri evrensel ve en temel hak ve özgürlüklerimizi yedi. Hayal olmaktan çıktı; vücut buldu pek çok şekilde.
Muhayyilelerini kültürel temalı din bazlı kadere bağlayıp “sevdikleri” kadınların vücutlarına yara izleri açıp damgalayan erkekler gibi alnımıza ve “an”ımıza yazılı olduklarına ikna etmeye çalıştılar bizi. Kendi kurallarının yaşayan bir gerçeklik haline gelmesi için haklarımızı bir gecede askıya alabildiler bir kararnameyle; statlarca bağırarak ölüleri yuhalayabildiler. Çocukları buzdolabında, anaları sokakta bırakabildiler. Gencecik insanların tabutlarının önünde şov yapıp “Peki ya sen kime üzüldün?” diye parmak salladılar. Dirhem dirhem emekle terle kazanılanı bir resmî gazetede yakabildiler. Birlikte yaşamak isteyeni “bölücü”, barış isteyeni “terörist”, bu toprakların kültürünü yaşatmak isteyeni “hain” ilan ettiler.
“Varlık ile ahlak” mı denilmişti? İnsandan ağır ne var bu dünyada? Bu ağırlığı başlarına yastık kılıp uyuyabiliyorlar rahat rahat. Çiğ bir iştahla, cezasız bir iklim yaratmanın rahatlığıyla çakarları çaka çaka… Tekmeleyerek, azarlayarak, vurarak, yakarak…
Kanımızda duş, dilimizde keser tehdidine manken etmeye çalışıyorlar bizi. Hukuk ile değer arasındaki bağlar mı demişlerdi? Kapılarımız her an işaretlenebilir. Fazla gülersek “kadere hakaretten” alınabiliriz içeri. Biraz halaya dursak “pandemi” nedeniyle mesela bir gözaltı… tabiiii, tabiiii…
Kulağa hoş gelen bir kavram seçerek gizlenmiyor artık hayal güçlerinin zalimliği.
Sizi öyle bir insanlık hududu dışına atarız ki diyorlar, annenizin cenazesine toprağı dar ederiz; sonra seni lâl.
Lâl. Bu kadar güzel bir kelimeyi, bu kadar şiirsel bir sesi bile zihnimize kazıyarak işaretlemelerinin ironisi yaşadığımız. Hakikate lâl kalanların ironisi; sadece “yapabilenlerin” değil. Bu halin geçmişte de yaşanması ve/veya şimdi sadece bizim başımıza gelmemesi neyi değiştirir. Sloganı “anı yaşa” olan bir koca dönemdeyiz; her “an” başımıza ne gelir korkusu…
“Anı yaşamak” sınıfsal, sınıfsal olduğu kadar kültürel, kültürel olduğu kadar siyasal. Hangi yüzleşmesiz “hellalleşme”de, hangi sobasız evde geçmişi unutup nefesimizi düşünebiliriz? Hangi geleceği faili meçhullerin ve faili ödüllendirilenlerin üzerine kurabiliriz? Unutmayı seçen Aysel Tuğluk’un açık yarasına hep beraber el basamazsak, biz nasıl unutur da an’a saygı duyabiliriz?
Aysel Tuğluk, işte tam da şu “an” hem sembol hem gerçek. Bir ömrü barışa harcayıp sonra en sevdiğinin cenazesinde, kemiklerimiz toz olup birbirine karışmasın’la zihne atılan koca bir çentik. Derin. Tarifsiz bir derin. Koca bir canavara dönüşmüş bilerek müphem bırakılmış “toplumsal muhayyileleri”nin, şiddet tekelini gözümüze sokmak, kalplerimizi titretmek için elinde salladığı gerçek bir insan Aysel Tuğluk.
“Eğer annenizin cesedini sokaktan alamıyorsanız ya da onu arzu ettiği yere gömemiyorsanız, bunları yapmak için izne ihtiyacınız varsa, orada en temel ihtiyaçlarınızdan mahrum ediliyorsunuz demektir: kimliğinizden, özgürlüğünüzden, dilediğiniz gibi yaşama ve hayatta kalma hakkınızdan” demişim 5 yıl önce.[2] Sonra bazı kavramlar yazmışım; bugün benim “tekrar” hevesimin kalmadığı; pek çok arkadaşımın son “helalleşme” meselesinden sonra son derece yetkin bir şekilde zaten kaleme aldığı.[3]
Umut, çabayla mümkün. Heves öyle değil; hevesimizi kırdılar, kabul edelim. O “muhayyile canavarı” etimizi kopardı her yerden; say say bitmez. Ama heves de biraz umuda bağlı değil mi? Sadece sevgi mi yani emek isteyen? Doğru bildiğimize sarılarak durmak, orada durana omuz vermek, inadına düşe kalka devam etmek ve gülmek… Umut hevesi yeşertir yine.
Umudu bırakmayalım. Muhayyile hayal etme gücü demek, böyle güzel bir kavramı kara delik misali bir canavar kılmalarına izin vermeyelim; ona gerçek anlamını verelim; boş imgelerle değil; dayanışmayla, hayatla.
Aysel Tuğluk’un elini tutalım. Hem sadece Aysel olduğu için hem de sadece hasta mahpuslara dair hak ihlallerinin değil, dönemin şiddetinin bir uç noktası olarak sembolleştiği için bırakmayalım. Hafızasını hafızamız kılalım.
2013’te ne dediğini hatırlayalım mesela:[4]
Hayat neredeyse bitkisi, börtü böceği, ağacı, hayvanı, taşı, suyu, fikirleri ve kurgularıyla muhteşem bir ağın sayısız bağlantılarıyla oluşan sürekli bir akışı iken, sanki kendileri bu hayata ait değilmiş gibi bir mücrimler kümesi, bütün akıntılara bentler örmeye çalışıyor (…) Yok oluşa yazdınız bizi. Bitmedi, bitmedik.
Bitmedik. Geçmişi acı da olsa bir “anı” kılabilmek için ısrarla talep edelim yüzleşmeyi, hakikati aramayı. Kalplerden daha fazlası kırılmışken, birbirimizi küstürmeden, unutarak helalleşemeyiz. Her birimiz kendi hatamızla yüzleşmeden hangi “an”ı gerçek kılabiliriz ki barışı yakalayalım. Yanlışı söyleyerek, ihlali göstererek, suçu cezasız kılmayarak ama cezasız suç da yaratmayarak devam edebiliriz.
Birlikte hayal edebilmek için;
“Unutmuyoruz”, lâl yeniden şarabı hatırlatana dek…
[1] İbrahim Kalın, “Toprak, Düşünce ve Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi”, Türkiye Günlüğü, 117; 2014: 114-116.
[2] Elçin Aktoprak, “Duvarlara Karşı,” 19.09.2017, GazeteDuvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/09/19/duvarlara-karsi.
[3] Geçiş dönemi adaletine ilişkin Güley Bor, Nisan Alıcı ve Güneş Daşlı’nın yazılarına bakabilirsiniz: https://demos.org.tr/category/gecis-donemi-adaleti/. Ayrıca Nesrin Uçarlar’ın röportajını da eklemek isterim: https://birartibir.org/gecmisle-yuzlesme-irkcilikla-mucadele/.
[4] Aysel Tuğluk, “Taksim’den Amed’e,” 18.08.2013, Radikal 2, http://www.radikal.com.tr/radikal2/taksimden-amede-1147014/.
Görsel: ayseltuglukicin1000kadin.org
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Şubat 2017’de barış imzacısı olması sebebiyle ihraç edildi. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde çalışıyor; milliyetçilik, azınlık meseleleri ve barış çalışmaları üzerine araştırmaya, yazmaya devam ediyor.
-
Elçin Aktoprakhttps://blog.insanhaklariokulu.org/yazar/elcinaktoprak/Ekim 8, 2023