Barınmak ya da Barınamamak: Tüm mesele bu mu?

“Öğrenimime devam etmeyi çok istiyorum ama öğrenim gördüğüm şehre gelemiyorum.”

 

İrem, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde son sınıfta okuyor. Erasmus programıyla yurtdışına okumaya gittiği için yurttan kaydı silinince üniversitelerin açıldığı süreçte barınacak yer bulamadığından ailesinin yaşadığı Kütahya’dan okuduğu şehre gelemeyen öğrencilerden yalnızca biri. Aslında öğrenim süresi çeşitli gerekçelerle uzayan öğrencilerin istekleri doğrultusunda KYK yurtlarında bir sene daha kalma hakkı vardı ancak yönetmelik değişikliğiyle bu hak ortadan kaldırıldı. Her ne kadar yönetmelikte, yapılan değişiklik öncesi yurtta kalmaya başlayan öğrencilerin istemeleri ve yurtta yer olması halinde taleplerinin değerlendirileceği yazsa da, geçici madde İrem ve birçok öğrenci lehine işlemedi. KYK yurtları İrem’i kabul etmeyince İrem de barınamayan öğrencilerden biri oldu.

 

Türkiye’de üniversite öğrencileri, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı KYK yurtlarının sınırlı kapasitesi ile artan ev kiraları ve fahiş özel yurt ücretleri nedeniyle barınma sorunu yaşıyor. “Her ile bir üniversite” şiarıyla hareket edildiğinden beri üniversite öğrencilerinin sayısı giderek arttı fakat KYK yurtlarının kapasitesi artırılmadı. Resmi verilere göre, lisans ve ön lisans düzeyinde örgün eğitimde toplam 3 milyon 800 bin öğrenci var ancak KYK yurtlarının kapasitesi 695 bin.[1]

 

Devlet yurtlarının sayısı yerinde sayarken cemaat ve vakıflara ait yurtların sayısı giderek artıyor. KYK yurtlarının yetersizliği öğrencilerin cemaat ve vakıf yurtlarına yönelmesine neden oluyor çünkü bu yurtların tamamı özel yurtlardan çok daha ucuz. Eskişehir’de İlim Yayma Cemiyeti’ne ait bir yurtta kalan Zehra’nın, “Çok zorlanıyorduk ama fiyatı çok uygun diye birçok kişi orada kalmak zorunda kalıyordu” sözlerinden de anlaşılacağı üzere, ekonomik sebepler öğrencilerin cemaat ve vakıflara ait yurtları tercih etmesinin nedenlerinden biri.[2]

 

Fakat tek sebep bu da değil. Çoğu zaman aile ve çevre baskısı da öğrencilere başka olanak bırakmayabiliyor. Evlerinden uzakta okuyan özellikle kadın öğrenciler, başta babaları olmak üzere aile bireylerinden cemaat ya da vakıf yurtlarında kalmaları yönünde baskı görüyor. Çocukları yurttan çıkmak istemesine rağmen başka yerde kalmalarına izin vermeyen ve hatta cemaat yurdunda kalmamaları durumunda kızlarının üniversite okumasına da izin vermeyeceğini söyleyen aileler var. Anadolu Üniversitesi’nde okuyan Zehra, üniversiteye yazıldığında bir apart ya da KYK yurdunda kalmak istediğini ancak bir arkadaşının annesinin İlim Yayma Cemiyeti ya da Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) yurtlarının daha güvenli olduğunu söylemesi üzerine bu isteğini gerçekleştiremediğini anlatıyor. Zehra, kendisini okutmamakla tehdit eden babasından şu sözleri işitmiş: “Ahlaksız bir kadın olmak için yurttan ayrılmak istiyorsun.”

 

Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Enes Kara’nın geçtiğimiz ay Nur cemaatine ait öğrenci evindeki baskı ortamına dayanamayarak intihar etmesi, yurtlardaki koşulları ülke gündemine taşımıştı. Peki baskılarla anılan cemaat ve vakıf yurtlarında sistem nasıl işliyor? Bu yurtlarda kalan öğrenciler, dayatmalarla karşı karşıya kaldıklarını sıklıkla dile getiriyor. Öğrencilik hayatı boyunca farklı cemaat yurtlarında kalan Tahir, “Bunu yapacaksın, bu olacak’. Süleymanefendi cemaatinde öyleydi” sözleriyle yaşadıklarını anlatırken, kadın öğrencilerin deneyimleri cinsiyetçi pratiklere içeriyor. Yurtların içinde ya da dışında erkeklerle sohbet etmeleri yasak olan, kıyafetlerine müdahale edilen kadın öğrencilerin “yurdun adını lekeleyecekleri” endişesiyle gülüşmeleri dahi yönetim tarafından azarla karşılanıyor. Özellikle cemaat yurtları söz konusu olduğunda ön plana çıkan tek kelime var: “Yasak”. Pijama ile gezmek yasak, gülmek yasak, yurtta düzenlenen etkinliğe katılmamak yasak, işte çalışmak yasak, telefon yasak…

 

Cemaat ya da vakıf yurtlarında durum böyleyken, KYK yurtlarında yer bulabilen öğrenciler için başka sorunlar var. 2016’da yayınlanan Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Yurt İdare ve İşletme Yönetmeliği’ndeki 23. madde, “yurttan süresiz çıkarma cezası”nı düzenliyor. Bu maddenin, “Milli birlik ve bütünlük duygularını zedeleyici veya bozucu maksatla bayrak ve sembol asmak, kullanmak, marşlar söylemek, açlık grevinde bulunmak, oturma eylemi yapmak, pankart taşımak veya asmak, ideolojik veya politik amaçlı gösteri, toplantı, tören düzenlemek, demeç vermek” yurttan süresiz çıkarılmaya gerekçe gösterilebiliyor. Bu gerekçelerle hakkında disiplin soruşturması başlatılan öğrenciler KYK yurtlarından atılabiliyor. Ancak Danıştay’ın yakın zamanda verdiği bir karar, hem yönetmeliğe dayanarak alınan yurttan süresiz çıkarma cezalarının hem de davaya konu yönetmelik hükmünün hukuka aykırı olduğuna hükmetti. Söz konusu karar, bugüne kadar disiplin soruşturması nedeniyle yurt mağduriyeti yaşayan öğrencilerin hukuka aykırı şekilde barınma haklarının gasp edildiği anlamına geliyor.

 

Ev kiraları, barınma hakkı sorununun başka bir boyutu. İstanbul gibi büyük şehirlerde son dönemde en az iki katına çıkan ev kiraları da öğrencilerin belini büküyor. Ev kiralarını karşılamayan bazı öğrenciler birden fazla işte çalışmak zorunda kalırken eğitimlerine odaklanamıyor. Çalışmak zorunda kalanların okulları uzuyor. İstanbul Üniversitesi üçüncü sınıf öğrencisi Ali Taha, kiralayacak ev ararken elindeki birikimini de kaybetmiş. “Bizim istediğimiz standartlarda sadece sobalı evler bulunuyor. Ev bakarken biriktirdiğim parayı burada kendi hayatımı idame ettirmek için harcamak zorunda kaldım. Üç ay oldu ve elimde şu an hiçbir şey yok” diyor.[3] Barınma söz konusu olduğunda elbette sadece ev kiraları değil, faturalar da öğrencileri zorluyor. Süreklilik kazanan zamlarla kabaran doğalgaz ve elektrik faturaları, öğrencilerin bütçelerini kat be kat aşıyor.

 

Sakarya Barosu, geçtiğimiz sene üniversitelilerin barınma sorunu ile ilgili başlattığı eylemler sırasında yayınladığı açıklamada, Anayasa’nın “Konut Hakkı”nı düzenleyen 57. maddesine dikkat çekmişti.[4] Baro, “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” maddesiyle devletin barınma konusunda doğrudan pozitif yükümlülüğü olduğuna işaret etmişti. Bugün artık toplu konutların konut ihtiyacını karşılamak için değil, özellikle İstanbul’da kentsel dönüşüm bahanesiyle zenginleşme aracı olarak inşa edildiği gerçeğiyle yaşıyoruz. İnsani koşullarda yaşamanın bir “hak” olmaktan çıkarak “lüks” olma yolunda ilerlediği Türkiye’de öğrenciler siyasi nedenlerle cemaat ve/ya vakıf yurtlarına mecbur bırakılıyor. Barınma hakkının ihlali, eğitimde fırsat eşitsizliğinin yol açtığı sonuçlardan biri ancak sonuncusu da olmayacak gibi görünüyor.

 

[1] https://www.evrensel.net/haber/443205/erdoganin-yurt-aciklamasini-meb-istatistikleri-yalanladi.

[2] https://www.youtube.com/watch?v=KN_Pyao2fIQ&t=23s.

[3] https://www.youtube.com/watch?v=NEozWeRBp3E.

[4] http://www.sakaryabarosu.org.tr/haber/1568/insan-haklari-merkezinden-ogrencilerin-barinma-hakkiyla-ilgili-aciklama.html.

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün ardından yüksek lisans eğitimini Boston Üniversitesi’nde tamamladı. Milliyet gazetesinde başladığı mesleği, Deutsche Welle Türkçe’de sürdürüyor. Erkeklik Ofsayta Düşünce: Futbol, Eşcinsellik ve Halil İbrahim Dinçdağ’ın Hikâyesi (Bawer Çakır ile birlikte, İletişim Yayınları); Manşetleri Gör Aklını Kaçırırsın (İmge Kitabevi Yayınları), Yalan Dünya: Reytingler, Tıklar ve Şimdi Reklamlar! (P24 Kitaplığı); Evrim Alataş Kitabı: Ne Olmuş Güldüysek (Ayizi Kitap) kitaplarının yazarı. 2015-2019 Avrupa Birliği Araştırmacı Gazetecilik Ödülü, İstanbul Tabip Odası Yazılı Basın Haber Ödülü, Musa Anter Jüri Özel Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Röportaj Ödülü, Halkevleri Dayanışma Ödülü sahibi. Logan Nonfiction Fellowship Programı 2019 bursiyeri.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.