Türkiye’nin Siyasi Parti Mezarlığı ve HDP Davası II

HDP hakkındaki dava, artık kapatma davaları geçmişte kaldı propagandasının yapıldığı bir dönemde açıldı; çözüm süreci sonlandırıldıktan sonra HDP’yi kamuoyu nezdinde adamakıllı kriminalize etme çabasının bir uzantısı olarak. Süreç birkaç yıl önce anayasaya aykırı bir anayasa değişikliği yoluyla bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanmalarıyla başlamış, 2019’daki yerel seçimlerin ardından neredeyse tüm HDP belediyelerine kayyım atanmasıyla devam etmişti. Kapatma davası, Kürt siyasal hareketinin siyasi temsilini bütünüyle sona erdirmeye yönelik bir diğer büyük adım oldu.

 

YCB’nin iddianamesi 17.03.2021 tarihli. Kapatma talebinin gerekçesiyse çok tanıdık: “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline gelmek.” Başsavcı önceki davalarda olduğu gibi, bulabildiği, basından derlediği tüm konuşmaları ve isimlerini sayfalar boyu zikrettiği yüzlerce HDP’li hakkında açılmış kamu davalarını delil olarak sunup iddianamede adı geçen partililerin çözüm sürecindeki (sürecin parçası olan) söz ve fiillerini dahi bölücü faaliyet olarak değerlendiriyor. En çok sarıldığı delil ise Kobani eylemleri sırasında halkı sokağa davet eden sosyal medya paylaşımları.

 

AYM, 15 Nisan’da iddianameyi YCB’ye, tespit ettiği “çok sayıda eksiklik” nedeniyle iade etti. İade gerekçesi, iddianameyi hazırlayanı hayli zor durumda bırakacak türdendi, ancak olay Türkiye’de geçtiği için hiç kimse zor durumda kalmadı.

 

Kararda, HDP’nin anılan eylemlerin “odağı haline geldiğinin” kabulü için Anayasa’da aranan koşulların ortaya koyulan delillerle ilişkilendirilmesinin gerekliliği, ilgililerin eylemlerine iddianamede yer verilmesinin yeterli olmadığı, isnat edilen fiiller ile partinin bu eylemlerin “odağı haline gelmesi” arasındaki ilişkinin de ortaya koyulması gerektiği belirtildi. Biraz uzunca bir alıntı (30/31):

 

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesinde öngörülen, “yüklenen suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek iddianamede açıklanma” zorunluluğu, Halkların Demokratik Partisinin “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” iddiasıyla düzenlenen İddianamede ilgililerin bu nitelikteki eylemleri sebebiyle Partinin bu eylemlerin odağı haline geldiğinin kabulü için Anayasa’da aranan koşulların varlığını ortaya koyan delillerle ilişkilendirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda, açıkça belirtilmek suretiyle ilgililerin eylemlerine İddianamede yer verilmesi yeterli olmayıp isnat edilen eylemler ile Partinin bu eylemlerin “odağı haline gelmesi” arasındaki ilişkinin de ortaya konulması gerekmektedir. 31. Bu kapsamda, söz konusu ilişki kurulmaksızın yüzlerce kamu davasına ve binlerce soruşturmaya konu eylemlere atıfta bulunulmasının, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesinde yer alan “İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” hükmüne aykırılık oluşturduğu açıktır. Bir başka deyişle, tüm soruşturma ve kovuşturma konusu eylemlerin İddianamede açıkça belirtilmesi de Ceza Muhakemesi Kanunu’nun anılan hükmüne aykırılığı ortadan kaldırmayacaktır. Söz konusu hüküm, kişi ve organlara isnat edilen eylemlerin, Partinin belirtilen eylemler yönünden odak haline geldiği iddiasıyla ilişkilendirilmesini gerektirmektedir. Bu anlamda soruşturma ve/veya kovuşturma konusu olanlardan yalnızca Partinin “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin odağı haline gelmesine” yol açtığı ileri sürülen eylemlere fail, yer ve zaman belirtilmek suretiyle İddianamede yer verilmesinin gerekli olduğu açıktır.[1]

 

YCB kısa süre sonra iddianameyi yeniden sundu ve bu kez kabul edildi (21.06.2021). İkinci başvuruda, delil olarak sunulan konuşma ve eylemler ile suçlama (odak haline gelme) arasındaki ilişkinin kurulmadığı yönündeki iade gerekçesinin üstesinden nasıl gelindiğini anlamak benim açımdan pek mümkün görünmüyor. Kabul edilen iddianame 843 sayfa ve 451 kişi için yasak isteniyor.

 

Kapatma davasının seyrine ilişkin hatırlatılması gereken bir iki konu/soru daha var.

 

HDP ya da bir başka parti hakkında açılan davanın seyri ne olabilir, kapatma kararını kaç üye alabilir, parti kendisini feshedebilir mi, eğer kapatılırsa hukuksal sonuçları neler olur? Özellikle 2010 anayasa değişikliğinin ardından bu sorulara verilebilecek olası yanıtlar nelerdir? AİHM’nin konuya ilişkin kararlarının içeriği başsavcının iddia ettiği gibi mi, yoksa örneğin AİHM’nin “Batasuna kararında” hâkimler şiddet eylemleri-parti ilişkisi hakkında başka şeyler mi söylüyor?

 

Sorulara kısa yanıt vermeye sondan başlayayım.

 

Bizde iddianame hazırlayan başsavcılar bazı klişe iddialardan vazgeçemediler. Bunlardan biri Batı’da, örneğin Almanya’da da partilerin kapatıldığıdır. Oysa yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi Almanya’da, üstelik II. Dünya Savaşı sonrası koşullarında ve yalnızca iki parti kapatıldı. Sonuncusu 1956 tarihinde. Türkiye’de yasakçılığın ne denli makbul bir durum olduğunu anlatabilmek için çoğu zaman Batı’ya bakılır ve oradaki istisnai örnekler özenle bulunup çıkarılır. Son yıllarda savcılarımız İspanya’da kapatılan Herri Batasuna hakkında AİHM’nin verdiği kararı çok sevdi. HDP iddianamesinin sarıldığı o “tartışmalı” kararın gerekçesinde Refah Partisi davasına epeyce atıf yapılmış olması da tarihin ironisi olarak anılacak muhtemelen.

 

Türkiye’nin kapatma kararları nedeniyle AİHM’de defalarca mahkûm olması (Refah Partisi kararı istisnadır) bir yana, HDP’den önce kapatılan DTP’nin başvurusunda da AİHM, Türkiye’nin AİHS’yi ihlal ettiğine kara vermişti. DTP, 11.12.2009’da oybirliğiyle ve yine tahmin edilebilir kes-yapıştır gerekçelerle kapatılmıştı. AYM kapatma kararında AİHM’nin Herri Batasuna ve Batasuna/İspanya kararına atıf yapmış, DTP’nin “PKK terörünü” kınamadığının altını çizmişti. Oysa AİHM, DTP’nin kapatılmasının Sözleşme’yi (md. 11) ihlal ettiğine hükmetti (12.01.2016 tarihli DTP ve diğerleri/Türkiye kararı).[2] HDP davasında da aynı konu/dava gündeme geldi. İddianameye göre AİHM terörün kınanmamasını neredeyse partilerin kapatılması için yeterli bir gerekçe gibi yorumluyor. Görünen o ki başsavcılarımız için AİHM’nin kararlarında ne söylediği, bir partinin söz ve eylemlerini hangi ölçütleri göz önünde bulundurarak değerlendirdiği, parti ile şiddet arasındaki ilişkiye dair değerlendirmesi, “kınamamanın” tek başına şiddet eylemlerinin onaylanması olarak görülemeyeceği yolundaki ifadeleri vs. pek de önemli değil.[3] Eğer HDP kapatılırsa AİHM’nin bir kez daha Türkiye aleyhine karar vereceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.

 

Anayasa’ya göre kapatma kararı ancak AYM üye tamsayısının en az 2/3’ünün oyu ile verilebilir (md.149/3). Kapatma dışında uygulanabilecek diğer yaptırım, yukarıda anlatıldığı gibi 2001 anayasa değişikliğiyle eklenen (md.69/7) devlet yardımından kısmen ya da tamamen mahrum bırakmak.

 

Peki, karar kapatma yönünde çıkarsa sonucu ne olur? Yine Anayasa’nın 69. maddesi gereğince kapatılan bir parti başka bir ad altında kurulamaz. Bu hüküm biraz alengirli. Kapatılan partinin üyeleri buharlaşmayacağı için aynı insanların başka bir parti kurmaları (ya da başka bir partide bulunmaları) elbette mümkün. Örneğin AYM, Fazilet Partisi’nin Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatılma talebini dikkate almamıştı.[4] Dolayısıyla eğer HDP kapatılırsa “yasaklılar” (yasaklılık durumuna aşağıda değineceğim) haricindeki partililerin başka bir parti çatısı altında yer alması mümkün. Bir başka deyişle bu durum, yeniden bir kapatma gerekçesi olamaz (Ayrıca bkz. SPK md.104/ek fıkra). Kapatılan partinin mal varlığı Hazine’ye devredilir.

 

Kararın bir diğer sonucu, siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dâhil üyelerinin, AYM’nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazete’de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak “beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi” olamaması. Bunun anlamı nedir? Basında ve siyasetçilerin açıklamalarında sıklıkla dile getirilen “siyaset yasağı” ne demek? Böyle bir yasak yok. AYM kararında kapatmaya neden oldukları belirtilen kişiler beş yıl boyunca bir partiyle “hukuki bağ” kuramaz, hepsi bu. Eğer vekilseler milletvekillikleri düşmez, çünkü Anayasa’nın 84/5 maddesi 2010’da değiştirildi ve milletvekilliğinin bu gerekçeyle düşürülebileceğine ilişkin hüküm kaldırıldı. Diyelim ki HDP’nin tüm milletvekillerinin adı kapatma kararında zikredildi? Bu durumda hiçbiri beş yıl süresince partili olamaz, buna mukabil vekillikleri düşmeyeceği gibi aynı kişiler bir sonraki seçimde bağımsız milletvekili olabilir.

 

İlginç bir soru ise şu olabilir: Bir parti, hakkında kapatma davası açıldıktan sonra “kapanma” kararı alırsa ne olur? 2010 yılına dek, bir siyasi parti dava sırasında fesih kararı aldığında o dava devam ediyor ve AYM kapanmış bir parti hakkında karar verebiliyordu (SPK md.108). AYM 2010 yılında verdiği bir kararla[5] “kapanma kararının kapatmaya ilişkin hükmün sonuçlarına etkili olamayacağı” başlıklı 108. maddeyi iptal etti. Bugüne dek iptal edilen bu düzenlemenin yerine yeni bir hüküm koyulmadı. Dolayısıyla, hâlihazırda hakkında kapatma davası açılmış bir parti kapanma kararı alırsa, hakkındaki dava konusuz kalacağından o davanın düşmesi gerekir. Ayrıca kapanma kararı alan partinin malları, örneğin bir başka partiyle birleşme durumunda o partiye geçer (SPK md.110). HDP bu yolu seçmedi.

 

Hal böyleyken, Anayasa ve SPK’de yıllar içinde yapılan çok sayıda değişikliğin ardından, kapatma davası ve kararının, sarsıcı hukuki sonuçları kalmamış bir yaptırım durumuna geldiğini söylemek mümkün. Burada hukuk düzleminden söz ediyorum kuşkusuz, siyasi sonuçlarından değil. Konuyu takip edenlerce sık dile getirilen bir senaryo gerçekleşir, Kobani yargılaması sonuçlandırılıp hemen ardından HDP kapatılırsa (ve bu seçimden hemen önce gerçekleşirse) kararın siyaset üzerinde etkileri olacaktır kuşkusuz.

 

HDP hakkında açılan kapatma davasının sonucunu, yalnızca anayasa-yasa hükümleri ile “anayasaya-yasalara-hukuka ve vicdani kanaatlerine” göre karar vermesi gereken hâkimlerin dosya-iddianame-savunma üzerindeki muhakemesi belirlemeyecek. Asıl belirleyicinin, bugüne dek olduğu gibi siyasi koşullar ve ülke yönetimine hâkim refleksler olacağı kanısındayım. Bekleyip göreceğiz. Umuyorum bir gün, siyasal-toplumsal-tarihsel sorunların mahkemede çözülmeyeceği gerçeği herkesçe kavranır, ülkede demokrasinin asgari gerekleri kabul görür ve bu da benim bir kapatma davasına dair son yazım olur.

 

[1] E.2021/1, K.2021/1, K.G.31.03.2021.

[2] Konuya ilişkin Demirhan Burak Çelik’in çok güzel ve kapsamlı bir makalesi var: “İHAM’ın DTP ve Diğerleri/Türkiye Kararı Üzerine.” GS Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015/2, 23-67; https://www.researchgate.net/publication/317008121_IHAM’in_DTP_ve_DigerleriTurkiye_Karari_Uzerine

[3] Bir diğer bilgilendirici yazı Birikim’de Rıza Türmen ve Işıl Kurnaz tarafından kaleme alındı: Rıza Türmen ve Işıl Kurnaz (2021) “Siyasetsiz ve Siyasal Partisiz Türkiye”, https://birikimdergisi.com/guncel/10544/siyasetsiz-ve-siyasal-partisiz-turkiye, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[4] E.1999/2, K.2001/2, K.G.22.06.2001, RG.05.06.2002-24631.

[5] E.2010/17, K.2010/112, K.G.08.12.2010.

1970’te İstanbul’da doğdu. 1988’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Yüksek lisans yaparken, 1995 Aralık ayı sonunda Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı fakültede, siyaset bilimi alanında yaptı. SBF Anayasa Kürsüsü öğretim üyesiyken 2017 Şubatı’nda Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi’yle görevine son verildi.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.