Türkiye’de Feminizm ve Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Hareketler

Türkiye’de AKP, iktidara geldiği günden beri sürdürdüğü feminizm ve LGBTİ+ karşıtı, nefret söyleminden beslenen aileci politikalarıyla kurumsallaşmış İslamcılık ve Sünni-Türk milliyetçiliği eşliğinde, otoriter popülist siyaset tarzıyla toplumsal cinsiyet karşıtı harekete öncülük ediyor. Ancak daha örgütlü sayılabilecek çıkışlar ilk olarak, Haziran 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulmasından sonra başladı denilebilir. Bakanlığın isminden “kadın” çıkarılırken o zaman Başbakan olan Erdoğan “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” demişti. 2012’deki “Benim Bedenim Benim Kararım” diyerek feminist grupların çok sayıda kadın örgütüyle birlikte kürtajın Türkiye’de fiilen suç haline getirilmesi girişimine karşı örgütlediği protestoların ardından toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin ivmelendiği görülüyor.

 

İktidar partisi içinde ve dışında ciddi bir lobi gücüne sahip olan feminizm karşıtları, çabalarını hem Türkiye’deki AKP iktidarının devamına hem de aslında sert bir gerilimle karşı karşıya olan sosyo-ekonomik düzenin aksamadan işlemeye devam etmesine yoğunlaştırıyorlar.[1] Bu çabalar doğrultusunda ilk olarak Mücahit Gültekin tarafından “Ailenin Sonu mu: Aile Politikaları ve İstanbul Sözleşmesi” isimli rapor hazırlanıyor,[2] bu raporda özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının aile politikalarının merkezine yerleştirilmesine karşı çıkılıyor. Sonrasında 2013 tarihinde kurulan Kadın ve Demokrasi Derneği tarafından “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramı yerine “toplumsal cinsiyet adaleti” söylemi kullanıma sokuluyor:

Erkeklerle kadınları ayrıştırarak ele alan bir politika geliştirilmesini savunan feminist söylem yerine, kadın ve erkeğe yönelik birbirini tamamlayıcı ve bütünleştirici bir söylem geliştirilmelidir. Feminizm işlevini sürdürebilmek için kadın ve erkekleri ayrı toplumsal gruplar olarak ele almaktadır. Bilakis toplumsal denge, huzur ve sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için ayrıştırıcı politikaların yerine her toplumun kültürel dinamiklerini gözeten bütünleyici, kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan, aynı öze sahip iki eşdeğer varlık olarak görülmesi gerekmektedir.[3]

 

Tüm bunları tamamlayan bir yerden Akit ve benzeri medya organları düzenli olarak erkekten yana feminizm ve toplumsal cinsiyet düşmanı söylemlerini sürdürüyorlar. Öyle ki Mor Çatı’nın yaptığı Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair üretilen bilgi ve pratiklerin çerçevesini genişletmek, mevcut çalışmaları ve bu alandaki bilgiyi değerlendirmek, kadınların deneyimleri ışığında yeni müdahale biçimlerinin geliştirilmesine destek olmak amacını taşıyan bir araştırmayı dahi karalama çabasına girişiyorlar.[4] İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi sonrasında bu tutum medyada şöyle yankı buluyordu:

Her şeyden önce uluslararası bir sözleşme, Avrupa’dan bize dayatılan bir sözleşme (benim bildiğim kadarıyla) ilk defa halktan yükselen bir tepki karşısında geri çekildi. İnsanlar cami önlerinde bildiri dağıttılar, sosyal medyada bilgilendirici mesajlar paylaştılar, yetkililere mektuplar gönderdiler, ziyaretler yaptılar vs… Peki halkın bu tepkisinin karşısında kimler durdu? Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Konseyi, ulusal ve uluslararası şirketler, Avrupa’dan gelen hibelerle çalışan STK’lar.[5]

 

Halihazırdaki anti-feminist dalganın yeni olan bir başka yanı ise Funda Hülagu’nun deyimiyle toplumsal cinsiyet karşıtlığı ile küresel kapitalizmin sahtekâr bir insancıl eleştirisini aynı potada eritmesidir. Onlara göre bu aktörler “kapitalist sistemin geleceğini tehdit eden küresel fazla nüfusu denetim altına almaya çalışıyorlar.”[6]

 

Bu grupların göstermelik taleplerinin formüle ediliş biçimine göre hedefleri, Batı kaynaklı yasal düzenlemelerin –örneğin velayet hakkı, nafaka hakkı, küçük yaşta evliliklerin suç sayılması- kadınlara imtiyaz sağladığı varsayımıyla sözüm ona zarar gören erkekler için “adaleti sağlamak”. Buna rağmen bu grupların sözcüleri sadece erkeklerden oluşmuyor. Bu gruplar genellikle tek bir gündeme odaklı platformlarda örgütleniyorlar, örneğin Boşanmış İnsanlar ve Aileler Platformu.

 

Son dönem anti-feminist ve LGBTİ+ karşıtlığının önünü açan bir başka dönüşüm eğitim sisteminde gerçekleşiyor. Son birkaç yılda, devlet kaynaklarının laik eğitimden dini eğitime kanalize edilmesiyle, cinsiyet tamamlayıcılığı ve yaratılış amacı (fıtrat) gibi kavramlar her düzeyde okul müfredatına girdi. Diyanet’in toplumsal cinsiyet de dahil olmak üzere toplumsal ilişkileri yeniden çerçevelemedeki rolü, en dikkat çekici biçimde eğitim sistemindeki değişikliklerde görülmektedir.[7] Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü tarafından koordine edilen ve British Council liderliğindeki Konsorsiyum tarafından teknik destek verilen “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi”ne (ETCEP) toplumun inanç değerlerine, örf ve geleneklerine aykırı düzenlemelere sahip olması gerekçesiyle karşı çıkılıyor:

ETCEP projesi başarıya ulaştığı gün çocuklarınızı tanıyamayacaksınız. Beğenmediğiniz o gelenekleri bile yana yakıla arayacaksınız. Aynen şimdi 70’lerdeki, 80’lerdeki mahallenizi aradığınız gibi. Ama bulamayacaksınız. İş işten geçmiş olacak. Pişman olacaksınız, belki de pişman bile olamayacaksınız. Sonra çaresiz kendinizi olup biten her şeye alıştıracaksınız.[8]

 

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı Barış Bildirisi’ni imzaladıktan sonra tasfiye edilen, emekli olmaya zorlananlar arasında önemli sayıda feminist ve queer akademisyenin olması eleştirel toplumsal cinsiyet araştırmalarının sürdürülebilirliğini zora sokuyor. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından feminist gazeteciler, aydınlar, hak savunucuları tutuklanıyor. Anti-feminizmin milliyetçilikle nasıl iç içe geçtiğinin açık bir göstergesi olarak Kürt kadın hareketinden kadınlar devlet şiddetine maruz kalıyorlar, politikacılar (milletvekilleri dâhil) hapse atılıyor[9], çok sayıda kadın örgütü ve haber ajansı kapatılıyor. LGBTİ+ hakları aktivizmi, “genel ahlaka aykırı” olduğu iddiasıyla susturuluyor.

 

Öte yandan sosyal politika ve eğitim alanında Diyanet’in ve çevresindeki dini kurumların giderek artan belirleyici rolü de toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlarının elini güçlendiriyor. Müftülere resmi nikah yetkisi verilmesinin, doğum kaydının yazılı belge yerine sözlü beyanla yapılmasının önünü açan ve evlilik aracılığıyla vatandaşlığa geçişte “genel ahlak” kriteri getiren Müftülük Yasasına tekil bir olgu olarak değil sistematik bir sürecin parçası, aile politikaları ve diyanet ekseninde kurulan ve kadınları ikincilleştiren belirli bir kurumsal altyapının parçası olarak bakmayı öneren Feride Eralp’e[10] göre kadınların hakları, hayatları için mücadele ettikleri sosyal politika alanının yerinde artık sosyal yardım rejimi var. Sosyal politika alanında kadınların ihtiyaç duyduklarında başvurabilmeleri için yaygın, erişebilir şekilde mevcut olması gereken sığınak, danışma merkezi, şiddet hattı, kreş gibi mekanizmaların yerini giderek müftülüklere bağlı veya müftülüklerle ilişkili kurumlar alıyor. Her ilde bir Şiddet Önleme Merkezi yok. Nüfusu 100.000’in üzerinde, dolayısıyla sığınak açma yükümlülüğü bulunan 237 belediye olmasına rağmen sadece 32 belediyenin kadın sığınağı var. Onun yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Aile Destek Merkezleri, Diyanet’e bağlı ve amacı “Aile bireylerinin saadetine ve aile kurumunun korunmasına dini manada katkı sağlamak” olarak ifade edilen Aile ve Dini Rehberlik Büroları her yerde var ve imamlara, çocuk evlerinden öğrenci yurtlarına, fabrikalardan gençlik merkezlerine, sığınaklara kadar birçok alanda “manevi destek sağlama” görevi veriliyor. İmamlar, “sosyal ve ekonomik krizlere karşı” da aile bireylerine yönelik “manevi eğitim çalışması” yapacak deniyor. Diyanet çevresinde olmayan kurumların küçüldüğü, kadınların başka türlü destek mekanizmalarının giderek azaldığı bu dönemde Diyanet, toplumsal cinsiyet eşitliğini temel almayan ve boşanma oranını azaltmayı amaç edinen bir yapı olarak, tam tersine büyüyor.

 

Judith Butler’ın yeni yazısında altını çizdiği bir başka konu ise toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler için “toplumsal cinsiyet” terimi, neoliberal rejimler altında ekonomik güvencesizliğin artması, toplumsal eşitsizliğin yoğunlaşması ve pandemik kapanma tarafından üretilen çeşitli sosyal ve ekonomik kaygıları bir araya getiriyor, yoğunlaştırıyor ve elektriklendiriyor. Toplumsal cinsiyet, ulusal bünyenin maruz kaldığı -göçmenler, ithal edilen şeyler, küreselleşmenin etkileri yoluyla yerel ekonominin bozulması gibi- hayali “istilaları” temsil ediyor veya bunlarla bağlantılı hale geliyor. Böylece “cinsiyet”, bazen “şeytanın” kendisi olarak tanımlanan bir hayalet, Tanrı’nın yarattıklarını tehdit eden saf bir yıkım gücü haline geliyor. Sağ ve sol söylemleri istediği gibi karıştıran toplumsal cinsiyet karşıtı ideoloji savunucularının tahayyülünde “toplumsal cinsiyet” istenmeyen bir göçmen, bir leke gibidir ama aynı zamanda baştan savılması gereken bir sömürgeci ya da totaliterdir.[11]

 

Butler’ın deyimiyle milliyetçi, transfobik, kadın düşmanı ve homofobik olmasına rağmen, hareketin temel amacı, hem LGBTQİ+ hem de feminist hareketler tarafından son yıllarda elde edilen kazanımları tersine çevirmek. Gerçekten de “toplumsal cinsiyete” saldırarak, kadınların üreme özgürlüğüne ve bekar ebeveynlerin haklarına karşı çıkıyorlar; kadınların tecavüze ve aile içi şiddete karşı korunmasına karşı çıkıyorlar ve cinsiyet ayrımcılığına, zorla psikiyatrik gözaltına, acımasız fiziksel tacize ve öldürmeye karşı bir dizi yasal ve kurumsal güvencenin yanı sıra transların yasal ve sosyal haklarına karşı çıkıyorlar. Tüm bu hareket, aile içi istismarın arttığı ve queer ve trans çocukların yaşamı destekleyen topluluklarda toplanma alanlarından mahrum bırakıldığı bir pandemi döneminde hızlanıyor.

 

2002’deki ilk AKP hükümetinden beri Türkiye’deki feminist hareketin etkili mücadelesi toplumsal ve ekonomik örgütlenmenin farklı alanlarında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi politikalarının anaakımlaşmasını sağladı. Kadınların sendikalarda, kitle örgütlerinde, iş yerlerinde, evde, okulda yılmak bilmeyen mücadeleleri özel alanda tahakküm altına alınmaya itiraz eden ve kamusal alanı dönüştürmek için ciddi bir mücadele veren toplumun her kesiminden yeni bir kadın neslinin ortaya çıkmasını mümkün kıldı. 8 Martlarda, 25 Kasımlarda ve kadınlara yönelik şiddete, kadın katliamlarına karşı ses çıkarmak amacıyla, onca yıldırmaya ve otoriter rejimin baskılarına rağmen giderek artan sayıda kadının sokağa çıkması da bunun en önemli göstergesi.

 

LGBTİ+ aktivistleri de geleneksel ailenin dışında yaşama biçimlerine ve kendi kamusal varoluş haklarına yönelik saldırılara karşı Polonya’da olduğu gibi her yerde haykırıyorlar:

Biz gökkuşağı efsaneleriyiz. Saldırgan değiliz. Balonlarımız kışkırtıcı değil, bayraklarımız kışkırtıcı değil. Çöreklerimiz kışkırtıcı değil![12]

 

[1] Funda Hülagü (2020) “Türkiye’de Örgütlü Feminizm Anlık Görüntü”, H. Böll Stiftung, https://tr.boell.org/tr/2020/09/14/turkiyede-orgutlu-anti-feminizm-anlik-goruntu.

[2] http://aileakademisi.org/sites/default/files/aile_politikalari_ve_istanbul_sozlesmesi_0.pdf.

[3] E. Sare Yılmaz, “Kadin Hareketinde Yeni Bir İvme: Toplumsal Cinsiyet Adaleti”, http://turkishpolicy.com/pdf/A-New-Momentum-Gender-Justice-in-the-Womens-Movement-Winter-2015_611f_tr.pdf.

[4] https://www.yeniakit.com.tr/haber/mor-cati-fitnesi-tum-hiziyla-devam-ediyor-kadina-yonelik-siddet-kadinlarin-deneyimleri-kurumlar-ve-mecralar-arastirmasi-yayinlandi-1577100.html.

[5] Mücahit Gültekin, “İstanbul Sözleşmesi neden iptal edildi?” Milli Gazete, 26.03.2021, https://www.milligazete.com.tr/makale/6815498/mucahit-gultekin/istanbul-sozlesmesi-neden-iptal-edildi.

[6] Hülagü, age.

[7] Selin Çağatay, “Women’s Coalitions beyond the Laicism–Islamism Divide in Turkey: Towards an Inclusive Struggle for Gender Equality?” Social Inclusion (ISSN: 2183–2803) 2018, Volume 6, Issue 4, 48–58.

[8] Osman Atalay, “Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi projesi”, Yeni Akit, https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/osman-atalay/egitimde-toplumsal-cinsiyet-esitliginin-gelistirilmesi-projesi-27071.html.

[9] Çağatay, ibid.

[10] Feride Eralp, “Diyanet protokolleri ve ailenin mutlak bütünlüğü çerçevesinde hayatlarımız nasıl şekilleniyor?”, 26.12.2018
https://catlakzemin.com/diyanet-protokolleri-ve-ailenin-mutlak-butunlugu-cercevesinde-hayatlarimiz-nasil-sekilleniyor/

[11] Judith Butler, “Neden ‘toplumsal cinsiyet’ fikri tüm dünyada tepkilere neden oluyor?” Çev. Bawer Murmur, Velvele, 24 Ekim 2021, https://velvele.net/2021/10/24/judith-butlerneden-toplumsal-cinsiyet-fikri-tum-dunyada-tepkilere-neden-oluyor/.

[12] Melisa Elçin Özçelikel, “Avrupa’da Cinsiyet Karşıtı Hareketler: Polonya- Macaristan”, Bianet, 9 Temmuz 2021. https://m.bianet.org/bianet/biamag/247032-avrupa-da-cinsiyet-karsiti-hareketler-polonya-macaristan.

1992 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 1995 yılında YÖK bursu ile bulunduğu İngiltere Essex Üniversitesi’nde Siyaset Teorisi alanında “The Paradox of Representation in Politics” başlıklı tezle yüksek lisans derecesi aldı. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Anabilim Dalı’nda “27 Mayıs Dönemi Demokrasi Söylemi” başlıklı tezle 2003 yılında doktora derecesi aldı. Doçentlik derecesini 2012 yılında Siyasal Hayat ve Kurumlar alanından elde etti. 1995 yılında çalışmaya başladığı Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde 7 Şubat 2017 tarihinde 686 sayılı KHK ile ihraç edilene kadar çalıştı. Halen hem bağımsız araştırmacı olarak hem de Ankara Dayanışma Akademisi bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Başlıca çalışma alanları: siyaset teorisi, Türk siyasal hayatı, toplumsal cinsiyet çalışmaları, emek çalışmaları, kadın emeği.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.