Sığınmacıların Haklara Sahip Olma Hakkının İnkârı

Türkiye’de toplumunun sığınmacıları anlama ve onlarla ilişki geliştirme konusunda iki algının belirgin olduğunu söyleyebiliriz. İlkine göre, sığınmacılar “savaştan ve zulümden kaçıp güvenli bir alana ulaşarak hayatta kalmak için ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve Türkiye’deki toplumun yardımına muhtaç bir kitleyi” ifade ediyor. Diğer bir algı ise sığınmacıların “ülkesi için mücadele etmemiş ve hatta ona ihanet etmiş ve Türkiye’ye gelerek keyif süren ve halkın ekmeğine göz koyanlar” olduğu yönünde. Bu algıların her ikisi de hak temelli yaklaşımdan oldukça uzaktır.

 

İki bakış açısında da katı bir hiyerarşik değerlendirme ve “bir topluluğa mensup olma” üzerine kurulu bir anlayış söz konusu. Hiyerarşik olduğu söylenebilir çünkü bu anlayışa göre iyi, adil, anlayışlı ve çalışkan, homojen olduğu iddia edilen “Türk milleti”nin karşısında tehlikeli, güvenilmez, kaba saba ve tembel olan ve yine homojen olduğu iddia edilen bir “sığınmacı” grubu durmaktadır. Sığınmacıların hukuk düzeni içerisindeki varlığı ve topluma aidiyeti de sorgulanmaktadır çünkü sığınmacılar, “Türk toplumu”nun kendine hak gördüğü topraklara, “buraya” ait değillerdir. Bu iki tutum, Türkiye’de sığınmacıların karşı karşıya kaldığı hak ihlallerini, bunların hem siyasi aktörler hem de toplum tarafından nasıl yok sayılarak sıradanlaştırıldığını ve hukuk önünde dahi devam eden bu ötekileştirmenin nelere yol açtığını/açacağını anlamamıza yardımcı olacaktır.

 

Hak İhlalleri ve Hukuk Dışılığın Yerleşmesi

İnsan Hakları Derneği’nin 2020 raporuna[1] göre sığınmacılar, geri gönderme yasağı ihlallerinden sığınma hakkına erişim güçlüklerine, iş cinayetlerinden işçi hakları ihlallerine, haksız gözaltılardan kötü muameleye kadar toplamda 700’e yakın hak ihlali ile karşı karşıya kaldılar. Bu tür örneklerin yanı sıra günlük hayatta düşmanlaştırıcı ve ırkçı tepkilere ve hatta ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan saldırılara maruz kaldılar. Altındağ’da yaşanan olaylar, İzmir’de yakılarak öldürülen üç Suriyeli işçi ve Ataman Kardeşliği isimli ırkçı grubun İstanbul ve Ankara’da sığınmacılara saldırıları, siyasette ve toplumda sığınmacılara karşı nefret söyleminin vardığı noktaları göstermesi açısından çarpıcıdır. Bu hak ihlallerinin eksik yasal düzenlemeler ve hukuk dışı uygulamaların yanı sıra siyasal ve toplumsal dinamikler ile ilişkili olduğunu iddia ediyoruz.

 

2015’ten itibaren hız kazanan güvenlikçi siyaset ile sığınmacılara yönelik ihlaller de genişleyerek ve derinleşerek devam etti. Sınır dışı etme mevzuatında yapılan değişiklikler ve artan hukuksuz uygulamalar bunu gözler önüne seren örneklerden sadece biri. 2016’da bir KHK ile yapılan değişiklikle sınır dışı etmeye ilişkin sığınmacılara tanınan usulî güvenceler büyük ölçüde sınırlandırıldı. Yargısal denetimi zayıflatan, idarenin keyfî uygulamalarına alan açan bu kanun değişikliği geç de olsa Anayasa Mahkemesi tarafından hukuksuz bulundu ve 2019 sonunda yeni bir değişiklik ile kısmen de olsa geri adım atıldı. Bu gelgitler sürerken “özgürce sınır dışı etme hakkı” elinden alınan idare kendisine bir arka kapı yarattı. Baskı ve tehditle sığınmacılara gönüllü geri dönüş formu imzalatılan uygulamalar gittikçe yaygınlaştı ve sınır dışı etmenin “esas” pratiği haline geldi.[2]

 

Zaman içerisinde benzeri hukuksuz uygulamaların idare tarafından halkla ilişkiler malzemesi olarak kullanılmaya başladığını görüyoruz. Göç İdaresi Başkanlığı, haftalık yayınladığı “Türkiye göçü yönetiyor” başlıklı görseller ile başta Afganlar olmak üzere yüzlerce sığınmacı ve göçmeni nasıl sınır dışı ettiğini övgüyle kamuoyu ile paylaşıyor. Bu insanlar ekseriyetle sığınma talebi dahi alınmadan hukuksuz bir şekilde sınır dışı edilirken idare, bu işlemleri ürkütücü şekilde bir başarı hikayesi olarak resmediyor ve hukuksuzlukları kamuoyu nezdinde iyice sıradanlaştırıyor.[3]

 

Benzer bir yaklaşım, temel insan haklarının göz ardı edildiği ve hatta hukuksuzluğun açıkça teşvik edildiği diğer bir alan olarak iş piyasasında karşımıza çıkıyor. ILO’nun yaptığı bir araştırma, Suriyeli sığınmacıların çoğunluğunun asgari ücretin altında, yasal çalışma saatinin ise çok üzerinde çalıştığını gösteriyor.[4] İHD ise 2020’de en az 101 sığınmacının iş kazalarında hayatını kaybettiğini raporluyor.[5] Tüm bunlar olurken hükümet yetkilileri, sömürülen göçmen işgücünün ekonominin temel taşı olduğuna ilişkin açıklamalar yapıyor.[6]

 

İhlalleri Perçinleyen Siyasal ve Toplumsal Faktörler

Siyasal-toplumsal dinamiklere baktığımızda ise karşımıza kutuplaşma,[7] ekonomik kriz, yaklaşan seçimler gibi çok boyutlu, karmaşık ve etkileri yıllar sürecek faktörler çıkmaktadır. Sığınmacılar, halihazırda kendi içinde dini, etnik ve siyasi kimlikler üzerinden ayrışmış, şiddet ve çatışmanın her türlüsünü yaşamış bir topluma yerleşmeye ve dâhil olmaya çalışıyorlar. Belirli hakları elde etmek ve koruyabilmek için çetin bir mücadelenin gerektiği bu çatışma toplumunda, sığınmacıların varlığı, belli haklara sahip olmaları ve talepleri önemsiz bir yerde durmakta; çünkü sığınmacılar “buraya” ait değillerdir, sığınmacıların buradaki ikametleri geçicidir, statüleri belirsizdir ve hak talep edeceklerse bunu gidip kendi ülkelerinde yapmalıdırlar.

 

Sığınmacıların toplum içindeki yeri bir siyasi üyelik formu olarak “vatandaşlık” üzerinden katı bir şekilde belirlenmiştir. Bir yerel topluluğa dâhil ve ait olmayanlar ile olmasına izin verilmeyenler olarak sınıflandırılmış durumdalar. Bununla bağlantılı olarak sığınmacıların yaşadıkları hak ihlallerini ve taleplerini dile getirenler “foncu”, “Kürtçü”, “Suriyeli sevici” gibi adlandırmalarla hedef gösterilmektedirler. Türkiye toplumunda önceliğin “buraya ait olana” verilmesi konusunda sağlam bir mutabakat olduğu söylenebilir. Böylece bir sığınmacının maruz kaldığı ihlaller ve adalet talebi göz ardı edilebilir olmaktadır. Buradaki misafirliği uzamıştır, burada daha fazla kalmayı hak etmemektedir, zaten ülkesi için savaşmamıştır, milli bilinci yoktur, bu ülke için de bedel ödemeyecektir ve dolayısıyla bu ülkeye de bir faydası olmayacaktır.[8] Fakat aşağıda özetlendiği üzere halihazırda “buraya” tam olarak kimlerin ait olduğu meselesinde de derin fikir ayrılıkları vardır.

 

Türkiye’de farklı dönemlerde ve alanlarda ayrımcılığa, ırkçılığa ve doğrudan, yapısal veya kültürel şiddete[9] maruz kalmış gruplar da sığınmacıları hedef almakta, onların yaşadığı hak ihlallerini meşrulaştırmakta ve haklara sahip olma hakkını reddetmektedir. Seyla Benhabib bu durumu (azınlıklar dâhil) her ulusun içeride ve dışarıda bir ötekisinin olduğu düşüncesi üzerinden açıklar.[10] Bu bağlamda milliyetçiliğin bizlerle ötekiler arasındaki soyut olduğu kadar somut ayrımlar ve ülke sınırlarıyla ortaya çıktığını ifade eder.[11] Yani hak talepleri ve mücadeleleri, sığınmacıların denkleme girdiği noktada demokratik meşruiyet zeminini kaybedecektir. Sığınma hakkı[12] dâhil haklara sahip olma hakkının[13] işlevsiz egemen bir devlete ve vatandaşlık üzerinden halka devredildiği ‘kapalı toplum’[14]  – ki bu toplumun ortak iyi ve ahlaki değerleri olan homojen bir yapıya sahip olduğu iddia edilir – egemen kodlara uymayan kendi üyeleri için bile ciddi riskler barındırmaktadır. Bunun en bilinen örnekleri ise “buraya” aidiyeti sıklıkla sorgulanan, türlü hukuksuzluklarla, hak ihlalleriyle, şiddet eylemleriyle karşı karşıya kalan fakat buna rağmen hak mücadelelerini devam ettiren kadınlar, etnik ve dini azınlıklar, işçiler, akademisyenler, doktorlar, LGBTİ+’lar, gazeteciler ve doğa ve insan hakları savunucularının yaşadıklarıdır.

 

Haklara Sahip Olma Hakkının İnkârı ve Sonuçları

Türkiye gibi uzun süre çatışmalar yaşamış ve etnik, dini ve siyasi hatlar ile derin kutuplara ayrışmış bir ülkede sığınmacıların haklara sahip olma hakkının inkârı, sığınmacıların varlığının ve taleplerinin politik bir örgütlenme olarak Türkiye toplumu tarafından benimsenmediğini göstermektedir. Bu sadece sığınmacıları ilgilendiren bir sorun da değildir çünkü bu haklar, nereden ve ne zaman geldiğine ve hangi koşullarda yaşadığına bakılmaksızın herkesindir ve herkes için savunulması ve korunması gereken haklardır. İnsan hakları hukukunun ve anayasanın koruduğu da esas olarak budur. Genel, objektif ve sürekli olan temel hukuk ilkelerinin “öteki” gruplar ve “olağanüstü” dönemler için uygulamadan kalktığı durumlar şüphesiz ki hukukun üstünlüğüne gölge düşürür.

 

Diğer bir ifade ile egemen devletin veya yerel topluma vatandaşlık ile bağlı tek tek bireylerin, “kapalı toplumun” duvarlarını çatlatmış bir başka gruba yönelik “adaleti sağlama ve dağıtma” sürecinde ayrımcı ve hukuksuzca hareket etmesi, bizzat o toplumun üyelerini ve onları koruyan hukuk sistemini hedef almaktadır. Aksi durumun nelere yol açabileceğini, İstanbul’da bir çocuğun Afgan olduğu öne sürülen bir grupla kavgasından sonra kaçarken bir aracın altında kalıp ölmesinin sorumluluğunu bütün Afgan sığınmacılara yükleyen ve her yerde Afgan sığınmacı arayan kalabalık bir grup tarafından işyerleri basılan ve yakılan Kürt atık kâğıt işçileri vakasında görebiliriz.[15]

 

Türkiye’de hakları talep etme ve haklara erişim süreci, sığınmacı karşıtlığının ve düşmanlığının geniş kitlelerce meşrulaştırılmasına bağlı olarak gittikçe daha karmaşık, zor ve içinden çıkılmaz bir döngüye girmektedir. Bu kısır döngüden çıkış yolu ise hak temelli yaklaşımın esaslarını benimsemekten ve eksiksiz pratik etmekten geçmektedir: evrensellik, bölünmezlik (insan haklarının birbirinden ayrılmaması ve bütüncül bir yaklaşımla korunması), eşitlik ve ayrımcılık yapmama (ayrımcılığın yasalarla yasaklanması, engellenmesi ve haklara erişimde daha büyük bariyerlerle karşılaşanlara öncelik verilmesi), katılım (alınacak kararlardan etkilenenlerin karar verme sürecine dâhil olması), hesap verilebilirlik (hukuki yollarla hakların temininde izleme, denetleme mekanizmasının işletilmesi), insan onuruna yaraşır olma (bunun bir lütuf değil, hukuki bir sorumluluk olarak ele alınması) ve güçlendirici olma (herkesin, haklarını bilmesi, talep etme ve kullanma hakkına sahip olması).[16]

 

[1] İHD (2020). Yaşamın Kıyısındakiler: Mülteciler. Mültecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu–2020. https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2021/01/Ya%C5%9Fam%C4%B1n-K%C4%B1y%C4%B1s%C4%B1nda-2020-Y%C4%B1l%C4%B1-M%C3%BCltecilere-Y%C3%B6nelik-Hak-%C4%B0hlalleri-Raporu.pdf [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[2] Örnek olarak bakınız t24. (2022, 21 Haziran). AİHM, Suriyeli mültecinin zorla geri gönderilmesine ‘ihlal’ dedi: Türkiye 12 bin 250 Euro tazminat ödeyecek. https://t24.com.tr/haber/aihm-suriyeli-multecinin-zorla-geri-gonderilmesine-ihlal-dedi-turkiye-12-bin-250-euro-tazminat-odeyecek,1041904, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[3] Sınır dışı etme uygulamaları için bakınız aida. (2021). Country Report: Türkiye. The Asylum Information Database. https://asylumineurope.org/wp-content/uploads/2022/07/AIDA-TR_2021update.pdf, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[4] Caro, L. P. (2020). Syrian Refugees in the Turkish Labour Market. https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—europe/—ro-geneva/—ilo-ankara/documents/publication/wcms_738602.pdf [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[5] İHD (2020). Yaşamın Kıyısındakiler: Mülteciler. Mültecilere Yönelik Hak İhlalleri Raporu–2020. https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2021/01/Ya%C5%9Fam%C4%B1n-K%C4%B1y%C4%B1s%C4%B1nda-2020-Y%C4%B1l%C4%B1-M%C3%BCltecilere-Y%C3%B6nelik-Hak-%C4%B0hlalleri-Raporu.pdf [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[6] Kronos. (2021, 27 Temmuz). AKP’li Özhaseki’den ‘mülteciler ucuz iş gücü’ itirafı: Sanayiyi onlar ayakta tutuyor. https://kronos35.news/tr/ozhaseki-ucuz-is-gucu-somurusunu-itiraf-etti-en-agir-islerde-calisiyorlar/

[7] TurkuazLab. (2020). Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları-2020. https://www.turkuazlab.org/ilgili-projelerimiz/turkiyede-kutuplasmanin-boyutlari-2020/, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[8] Bakınız MedyaliTV (2022). “Suriyeli Genç Tek Başına Bütün Ezberleri Bozdu..! ‘Ben dilenci değilim hem çalışıyorum hem okuyorum’”. https://www.youtube.com/watch?v=sDlpSKvVyzs&ab_channel=medyalitv, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[9] Galtung, J. (1990). “Cultural Violence”. Journal of Peace Research, 27(3), 291–305.

[10] Benhabib, S. (2002). The Claims of Culture: Equality and Diversity in the Global Era. Princeton University Press.

[11] Benhabib, S. (2021). Ötekilerin Hakları: Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar. İstanbul: İletişim.

[12] Ibid.

[13] Arendt, H. (1968). The origins of Totalitarianism. New York: Harcourt, Brace, and Jovanich.

[14] Rawls, J. (1993). Political Liberalism. New York: Columbia University Press.

[15] Artı Gerçek. (2022). “Atık kâğıt işçilerine saldırıların arka planı”. https://artigercek.com/haberler/atik-kagit-iscilerine-saldirilarin-arka-plani, [Erişim Tarihi, Ağustos 2022].

[16] Duman, Y. (2022). Sonu Gelmeyecek Bir Hikâye Yazmak: Suriyeli Sığınmacılar ve Yerel Toplum İçin Politika Önerileri. İstanbul: Spectrum House.

Bağımsız araştırmacı. Doktorasını Coventry University Centre for Trust, Peace, and Social Relations isimli araştırma merkezinde Friendship, Diversity, and Inequality: A multidimensional analysis of integration and intergroup relations in the context of Syrian refugees in Turkey başlıklı teziyle tamamladı. 2017’den bu yana uluslararası yardım kuruluşlarının çatışmalar nedeniyle göç etmek zorunda kalanlar için koruma, sosyal uyum ve ruh sağlığı ve psikososyal destek ihtiyaçları için Türkiye, Birleşik Krallık, Irak ve Kürdistan Bölgesi’nde yürüttüğü projelere danışmanlık yapmaktadır.

Leuven Üniversitesi (KU Leuven) Hukuk Fakültesi’nde doktora araştırmacısıdır. Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde tamamlayan Gümüşbaş, uluslararası kamu hukuku yüksek lisans derecesini Leiden Üniversitesi’nden aldı. 2016-2021 yılları arasında Birleşmiş Milletler ve farklı sivil toplum kuruluşlarında koruma sorumlusu ve hukuk danışmanı olarak çalıştı. Gümüşbaş’ın araştırma alanları, uluslararası hukuk, geçiş dönemi adaleti ve göç konularıdır.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.