İnsan Hakları Okulu’nun bloguna katkı yapmadan önce, ortamı tanımak isteyen herkes gibi elbette ben de Blogda önceden yazılmış olan metinleri inceledim. Ve gördüm ki, barınma, konut, hukuk gibi tematik konularda veya yurttaşlık, insan, hayvan gibi türler üzerine ya da işçi, Kürt, feminist/LGBTİ+, göçmen… gibi sınıf/kimlikler hakkında, farklı başlıklar altında haklara dair ilgi çekici yazılar yer alıyor Blogda.
Yazıların bir kısmı, tema/tür/sınıf/kimlik gibi toplumsal ayrış(tır)maları kesiştiren bir yerden hak meselesini formüle ederek kaleme alınmış; örneğin LGBTİ+ topluluğunun veya göçmenlerin barınma hakkı gibi. İnsan Hakları Okulu’nun yazı yazmaya davet eden metinlerinde ise, hakların dünya ve Türkiye’de geçirdiği evrim üzerinden değerlendirmeler yapılmış.
Blogun emekçileri ve daha önceden takip edenlerinin malumu bu bilgileri neden yazdığıma gelirsem; çünkü kent hakkı odaklı bu yazıda, söz konusu hakkı, blogdaki söz ettiğim hakları tamamen kapsayan bir yerden tahayyül ediyorum. Şöyle ki, kanımca arzu ettiğimiz dünyayı, yaşamı örgütlediğimiz yerle kurmak için kolektif bir hak inşasına ihtiyacımız var. Dünyanın büyük bir kısmının ağırlıklı olarak yaşadığı yerler kentler ise, toplumsal fabrikanın bu uzamında, yukarıda andığım blog yazılarında geçen tema/tür/sınıf/kimlik vb. ayrımlara dahil grupların, farklılıkları ve ortaklıklarıyla var olabilecekleri bir kentsel yaşam tahayyül edebiliriz (1). Bunun için de kent hakkında ortaklaştığımız veya ayrıldığımız yerleri açmamız, buradan derinleşmemiz yararlı olabilir.
Kent hakkı nasıl tanımlanabilir?
Henri Lefebvre’e atıfla kullanılacağım kent hakkı, sadece kent kaynaklarına erişim ve kent kararlarına katılım ile sınırlı bir hak olarak tanımlanmıyor (2014). Kent hakkı, sermaye birikimi lehine hizmet eden bir kentleşmeye karşı, mülkiyetten bağımsız, işgal-kendine mal ederek, kentin kullanım değeri odaklı dönüşümüyle birlikte, bireylerin kendilerini dönüştürme haklarını da içeren ortak ve çok katmanlı bir hak karşılığını taşıyor. Bu da özünde devrimci bir dönüşüm yolunda denemeler yapmayı gerektiriyor. Örneğin gündelik hayat praksisi yoluyla Lefebvre’ci heterotopiler kurmak gibi. Lefebvre’e göre, kentin devrimci diferansiyel mekânını (zaman-mekân) tanımlamak için izotopi ve heterotopiyi ifade etmek ve bunu ütopya ile tamamlamak gerekir. İzotopi, mekânı çevreleyen şeylerdir, birbirine benzer “aynı mekânları” kuran şey. Sistemin (iktidarın, sermayenin) yaptığı gibi. Diğer yanda, başka mekânları/farklılıkları içeren “heterotopi” vardır. Ütopya ise, -anaakım literatürde getirildiği gibi- soyut olan değil, kentsel gerçekliğin içindedir (2013).
Bu nedenle Lefebvre’ci kent hakkı, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) vb. kurumların vardırdığı gibi, nihayetinde kapitalizmin bekasına yarayan bir boş gösterene dönüşen reformcu bir hak talebini işaret etmiyor (2014). Nitekim adı geçen kurumlar kent hakkını genel olarak kentli hakkı olarak ifade ediyor ve hakkın kendisi kuruculuktan ziyade bir talep siyasetine indirgeniyor.
Burada 18. yüzyıldan bu yana kabul gören insan hakları ve “kuşak insan hakları” olarak tariflenen haklar düzenini kısaca açmak yararlı olacak. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile hayat bulan insan hakları, yaşam, özgürlük, güvenlik, mülkiyet, adil yargılanma, oy kullanma gibi kişisel ve siyasal hakları kapsar. Özgürlük hakları ve negatif haklar da olarak tanımlanan bu haklar birinci kuşak haklar çerçevesinde değerlendirilir. Endüstrileşmeyle ortaya çıkan yaşam koşullarında, işçi sınıfının emek mücadelesi neticesinde, 1940’lardan bu yana tanınan ikinci kuşak haklar ise, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara değinir. Üçüncü kuşak haklar, kolektif haklar çerçevesinde, uzlaşma hakları, çevre, barış, dayanışma gibi hakları içerir. Kent hakkı da bu kuşak hakları arasında geçer. Halihazırda yeni tanımlanan 4. kuşak hakları da bilgi toplumu hakları olarak geçiyor (2).
Birbirinden keskin sınırlarla ayrılması mümkün olmayan bu kuşak haklarının kanımca en temel niteliği, sözleşme teorisi gereği devredilen hakların toplumsal bağlamda mücadele yoluyla tanınmasına dayalı bir süreçle ortaya çıkmaları. Kuşak hakları içinde geçen kent hakkı da, ana akımda kentsel haklara erişim ve katılımcılık gibi sistem-içi düzenleyici normları işaret ediyor. BM, AB gibi kurumların kent hakkı veya çoğunlukla kentte insan hakları olarak tarif ettiği haklar da bu bağlamda kabul görüyor.
Hossein Sadri’nin “Kent Hakkından Kentte İnsan Haklarına” başlıklı makalesi, “kentte insan hakları” başlığı ile BM, AB gibi kurumların; “kent hakkı” başlığında da Henri Lefebvre’in yaklaşımını gayet net bir biçimde tablolaştırıyor (2013). Tabloyu şöyle açalım;
kentte insan hakları; insanları belli gruplar üzerinden ele alan bir haklar zinciri iken,
kent hakkı; radikal bir paradigmayı amaçlayan kolektif bir haktır.
kentte insan hakları; güç ilişkilerini hukuki bir çerçeve ve ahlaki taahhütlerle sınırlandırırken,
kent hakkı; güç ilişkilerini etik yapabilirlik üzerinden yeniden yapılandırmayı hedefler. Zira kentsel mekânı güç ilişkileri biçimlendirir.
kentte insan hakları; mekânın denetimine kentte yaşayanları katmayı ifade ederken,
kent hakkı; mekânın denetimini sermaye ve devletten alıp kentte yaşayanlara teslim etmeyi hedefler.
kentte insan hakları; kentlilerin yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, etnik köken, gelir düzeyi vb. nedeniyle ayrımcılığa uğramaması gerektiğini ifade ederken,
kent hakkı; kentlilerin farklılıklarının ortaya koymayı ve bunlarla yüzleşmeyi hedefler.
kentte insan hakları; kırılgan ve dezavantajlı gruplara yönelik önlemler almayı ve pozitif ayrımcılığı öncelerken,
kent hakkı; hâkim sınıf tarafından üretilen sosyal, ekonomik ve politik düzene karşı koymak için bireylerin kolektif eylemler oluşturma kapasitesini önceler.
kentte insan hakları; karşılıklı toleransı arzu eder,
kent hakkı; farklı olma hakkıdır.
kentte insan hakları talebi, insan haklarının her insan için minimum standartlar seviyesinde olmasıyla sınırlıdır ve mağduriyetleri gidermeyi amaçlar.
kent hakkı bir haykırış ve politik bir dönüşüm talebidir.
kentte insan hakları; kent imkânlarına eşit erişimi hedefler,
kent hakkı; kenti değiştirme hakkıdır.
Kent hakkı nasıl inşa edilebilir?
Kenti değiştirme, kentin fiziki mekânsallığının değişimi yoluyla, kentsel yaşamdaki tüm ilişkileri de değiştirme çabasını içerir. Oysa ki halihazırda uygulanan ve Türkiye’de ağırlıkla “kentsel dönüşüm” olarak ifade edilen değişim modeli, yapıları yıkıp yeniden inşa etmeyi, bu süreçte insan eli henüz değmemiş doğal dokuyu tahrip etmeyi ve fakat geri kalan her şeyi de olduğu gibi sürdürmek yoluyla uygulanmaktadır. Bilhassa deprem vb. doğal olaylar sonrasında ifade edilen “kentsel dirençlilik” ifadesi ise, kentleri fiziki olarak güçlü kılmayı önerirken, kentsel mekânsallaşma yoluyla mütemadiyen üretilen eşitsizliği devrimci dönüşümcü bir yerden merkeze almamaktadır.
Kent hakkı, kapitalist modernitenin kentsel planlama yaklaşımıyla imar hakkına indirgendiği zaman, sistemin dayattığı şeyler yurttaş tarafından kabul edilmek zorunlu kalınır. Özellikle de Türkiye’deki gibi imara dayalı bir kentleşme politikasında, üretilen üst ölçekli planların bütünlüğünün bozulması da planın üretim paradigması gereği kaçınılmazdır. Bu nedenle kentler neredeyse yapı ölçeğine indirgenmiş bir şekilde, çevresinden kopuk bir yolla inşa edilir.
Niteliksiz yapı stoku nedeniyle hayatını kaybeden, zorla yerinden edilen ve gittikçe artan barınma sorunu karşısında, mevcut kentleşme politikasının içinden bir çözüm üretilemeyeceği de açıktır. Çünkü ülkedeki sermaye birikimine dayalı imar faaliyetleri buna izin vermez, veremez.
Kent hakkı, yöntem olarak, kenti çocuklar, gençler, kadınlar, LGBTİ+’lar, engelliler, hayvanlar, yaşlılar vb. yaşamın bileşenlerine ayırıp, diğer bir deyişle “dilimleyip”, sonra onlara ayrı ayrı haklar vererek de kurulamaz. Böylesine dilimli bir tarif, çelişki/çatışma/rekabet üretebilen, eninde sonunda da bir talep siyasetine dönen sistem-içi bir kentleşmeden öteye gidemez.
İşte tam da bu çerçevede kent hakkı bir talep siyaseti aracı değil, bir mücadele zeminini işaret eder. Kent hakkı mücadelesi devrimci bir eylem olarak anti-kapitalist, anti-patriyarkal, anti-türcü… bir içerik taşır. Bu nedenle de teorik olarak radikal olması yetmez, sahadaki somut mücadeleler ile birlikte yürütülür. Nitekim mekânı demokratikleştirmeye yönelik her türlü eylem mevcut ilişkileri dönüştürmek için de bir imkândır. Bu nedenle başka bir dünyayı hayal etmek, başka bir mekânı tahayyül etmekten de geçer.
Zira yaşamı kapitalist modernitenin ürettiği “kör alanlar” ve onun restoratif-onarıcı haklar tanımları içinden, kurumsallaştığı parçalı bilimlerin yapma biçimleriyle, aynı bağlamdan türeyen çok-disiplilikle dönüştürmemiz mümkün gözükmüyor. Oysa ki sistemin içinden değil, onun ötesine geçen bir şekilde, henüz kendini gerçekleştirmeyen virtüel uzama, diferansiyel zaman-mekâna, bir devrim düşüyle bakabilmek ve bunu halen orada olan ve fakat kuvvetin henüz ortaya çıkmadığı bir potansiyel an olarak tahayyül etmek heyecan verici imkânlar da sunabilir.
Buradan hak inşasına geçelim ve “hak verilmez, hak alınır” sloganı üzerine düşünelim. Sloganda bir yanda hakkı belirleyen bir kurucu özne, diğer yanda bu hakkı talep edenler işaret ediliyor. Kurucu özne, hakkı vermeyen taraf. Hakkı isteyen ise, verilmeyen hakları mücadele yoluyla alınabilecek kesim. Diğer bir deyişle, hak, ancak karar vericinin kurduğu koşullarda oluşuyor. Talep edenin hakkı da, hak verenin sunduğu koşullarda bir hak haline gelir. Tıpkı kuşak haklarında olduğu gibi.
Şimdi hak ile koşul arasındaki bu dolayımlı ilişkiyi ortadan kaldıran bir paradigma düşünelim. Ve hakkı alma halinden, hak yaratmaya/üretmeye doğru evrilelim. Hak inşasını, kudretini devretmeyen bir kurucu özne olarak, verili olanın dışından, diğer bir deyişle, içkinlik üzerinden tahayyül edelim.
Bu çerçevede başlıkta geçen soruya yeniden dönelim; “İnsan Hakları Okulu’nun blogunda kent hakkı nasıl kurulabilir?”. Ve bu soruyu haklar meselesini farklı pencerelerden ele alan yazılar arasına yerleştiren yeni bir soruyla açalım; yukarıda tarif etmeye çalıştığım, kentte insan hakları adı altında parçalara ayrılmış haklar silsilesinin ötesinde, Blogun sanal sayfalarına yayılmış haklar bütününü bir ve tek gören, buradan bir çoğulluk ve öznellik inşa eden bir yaşamı kuracak kent hakkını nasıl yapmalı?
Öncelikle bu sorularla amacım, mekân üzerine çalışan birisi olarak, ortaya kişisel bir çözüm önermekten ziyade, hatta tam aksine, hak inşasına dair sorunsallara kolektif bir alan açmanın deneysel sahasını işaret etmek. Çünkü İnsan Hakları Okulu’nun Blogunun sanal ortamı, yukarıda söz ettiğim Lefebvre’ci bir heterotopi inşa etmeye yönelik deneysel bir saha gibi aynı zamanda…
Görsel: Samandağ Kadın Platformu’nun Instagram hesabından, 25 Kasım 2023 tarihli eylem.
Notlar:
(1) Kent hakkı üzerine daha ayrıntılı yazılar için Evrensel Gazetesi’nde 2024 Mart ayından bu yana Cumartesi günleri kaleme aldığım aynı başlıklı sayfalara bakılabilir.
(2) Kuşak hakları anlatan çokça yayın olmakla birlikte, Türkiye’de de kuşak haklarını görünürleştirmeye çalışan “4 Kuşak Haklar Toplum Araştırmaları Derneği” gibi güncel oluşumlar var; https://www.4kusakhaklar.org.tr/post/neden-4-kuşak-haklar-derneği
Kaynaklar:
Lefebvre, H. (2013). Kentsel Devrim. Çeviren: Selim Sezer. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Lefebvre, H. (2014). Mekânın üretimi. Çeviren: Işık Ergüden. İstanbul: Sel Yayıncılık.
Sadri, H. (2013). Kent Hakkından Kentte İnsan Haklarına. İçinde A. Alkan, D. Bezmez, E. T. Gürkaş, H. Sadri, M. C. Yalçıntan, M. Ökmen, & S. Z. Sadri (Eds.), Kentsel Dönüşüm ve İnsan Hakları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kentsel-toplumsal hareketler emekçisi, kültürel değer üretimi ve kent hakkı üzerine çalışıyor. YTÜ'de mimarlık lisans, İTÜ Restorasyon Anabilim Dalı'nda yüksek lisans ve doktorasını tamamladı, “mimari koruma” alanından doçentliğini aldı. DAAD, TÜBİTAK ve Collège de France/PAUSE bursları ile Almanya, ABD ve Fransa'da araştırmacı oldu. 1996-2016 yılları arasında İTÜ, Bahçeşehir, Bilgi, Kocaeli Üniversitelerinde akademisyen olarak görev yaptı. 2007-2010 yılları arasında Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kurucu üyeliğini üstlendi. 2010’da Ulusal Mimarlık Yapı Dalı Koruma-Yaşatma Başarı Ödülü'nü aldı. 2016’da Kocaeli Üniversitesi’nden barış imzası gerekçesiyle atıldı. Başka Bir Atölye bünyesinde üretmeye devam ediyor (https://www.baskabiratolye.com).
-
This author does not have any more posts.