Bir Sosyal Cinayetin Anatomisi: Çorlu Tren Katliamı

Avukat Ş. Can Atalay
Silivri 9 No’lu A47 Koğuşu

 

8 Temmuz 2018 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (TCDD) 12703 sayılı treni Uzunköprü-Halkalı seferi sırasında altı tümü ile boşalmış bir menfezin üzerinden geçemedi. Beş vagon devrildi, 25 insanımız öldü ve resmi rakamlara göre 340 insanımız yaralandı.

 

Cümlenin içinde 25 rakamının önünde “resmi” ibaresi yokken 340 rakamının önündeki resmi rakam vurgusu olduğuna umarım dikkat etmişsinizdir. Tonlarca demirin altından cenazelerini teslim alan insanlar kayda girdi ama yaralılar sayılamadı bile. Sayının 340’ın çok üstünde olduğunu duruşma salonunda öğrendik. 340 rakamı içinde yer almayan yaralılar yargılamanın başladığını öğrendiler, duruşma kapısına dayandılar ve Çorlu’nun yaralı sayısını dahi bilemediğimiz bir (25 insanımız yönünden) cinayet, sayısını dahi bilemediğimiz sayıda insanımız yönünden ise cinayete teşebbüs niteliğinde olduğunu anladık.

 

“Cinayet” yahut “cinayete teşebbüs” sözcükleri okuyucuyu irkiltmiş olabilir, umarız öyle olmuştur. Ancak okuyucu bu kavramların belagat gereği kullanılan “retorik” sözcükler olmadığını, bir sosyalistin sadece fikirlere değil, aynı zamanda duygulara, heyecana hitap eden “ajitasyonu” ile muhatap olmadığını bilmelidir.

 

Çorlu yakınlarındaki menfez üzerindeki trende yaşanan ceza hukuku açısından, bir ceza hukuku terimi olarak “cinayet”tir. Teknik olarak cinayet! Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana demiryolu altyapısını kurma, hatların bakımını yapma, onarımını gerçekleştirme, salt demiryolu işletmeciliği ile sınırlı olmayan, özgün bir örgütlenme anlayışı ile vagon üreten, kendi bünyesinde sağlık, dinlenme ve benzeri tesisleri, fabrikaları olan TCDD’ye aittir.

 

Başka bir açıdan söylersek, demiryolu taşımacılığı bütüncül bir yöntemle sürdürülmüş, vagon tasarımı kararı ile hat inşasında dikkate alınan hususlar, bakım/onarım çalışmaları, onu yapan çalışanların meslek kültürü ve aidiyeti/sahiplenmesinin kurucu unsuru özlük haklarının gelişkinliği ile beraber ele alınmıştır.

 

Örneğin, demiryolu çalışanlarının liseden emekliliğe kadar sadece eğitim aşamasında değil, bütün bir ömürleri boyunca işlerini nasıl sahiplendiklerini, adım adım önceki kuşakların mesleki birikimlerini devralarak ilerlediklerini, tatil olanağının dahi düşünüldüğü bir “eko-sistem” içinde emeğini satarak geçinmenin ötesinde işin sahibi oluşlarını anımsayınız.

 

Malum 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi için memleketi “dikensiz bir gül bahçesine” çeviren 12 Eylül Cuntası ve onun iktisadi/sosyal programını hayata geçiren Özal’ın neoliberal programı ile özelleştirme, kuralsızlaştırma (deregülasyon) önünde durulamaz, itiraz edenin “dinozorluk” ile itham ve mahkûm edildiği değerler (!) haline getirildi.

 

Özal’ın ilk yıllarında başlayan, 90’larda neredeyse “milli mutabakat” muamelesi yapılan bu özelleştirme siyaseti özellikle hukuk düzenindeki son engellerin de tasfiyesi ve kuralsızlaştırılması ile AKP döneminde şahikasına vardı.

 

TCDD özelleştirmesi de AKP döneminin en önemli başarısı (!) sayılabilir. AKP iktidarı hemen liman işletmeleri ile TCDD bağını koparıyor, TCDD meslek liseleri ve hastaneleri başta olmak üzere TCDD’nin kurumsal yapısını tahrip ediyor, demiryolu işletmesi için gerekli olan arazilerin imara açılması bile akıl edilebiliyordu.

 

2011 tarihli 655 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile demiryolu işletmeciliğini devlet tekelinden çıkarmanın ilk adımı atılarak Demiryolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, kamu idaresinin demiryolu altyapısını kurmak ve işletmek ile ilgili doğrudan yükümlülüğü, sorumluluğu deregülasyonun simge kavramı “regüle edici kurum” ile yer değiştiriveriyor.

 

2013 tarihli Demiryolu Ulaşımının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun ile TCDD bir “altyapı işletmecisi” sınırına çekilip “tren işletmecisi” olarak TCDD A.Ş. kuruluyor. Böylelikle demiryolu taşımacılığı “rekabete dayalı esaslar” çerçevesinde piyasa koşullarına teslim ediliyor. Ulaşım ağının inşası ve kullanılması yurttaşın ve kamu idaresinin gereksinimleri doğrultusunda “ifa edilen bir kamu hizmeti” değildir artık, “piyasa” koşullarında gerekirse yurttaşın canı pahasına “kâr eden” bir şirket kurulmuştur.

 

Kâr odaklı işletme modellerinin esas alınması, çalışanların hem sayısının azaltılması hem de demiryolu gibi bir sektörde dahi esnek-güvencesiz çalışmanın dayatılması sadece “yeni” TCDD’nin değil, bir bütün olarak demiryolu taşımacılığının işleyen mekanizmasının dağılmasına, unsurlar arasında işler bir iletişim biçiminin ya da koordinasyonun tümüyle yok olmasına neden olur.

 

25 kişinin ölümü, resmi rakamlara göre 340 kişinin yaralanmasına neden olan bu (sistematik olmayan) sistematik sorunlar, özelleştirme siyasetinin olduğu ilk andan beri bilinmektedir. 150 yıldır var olan bu hatta böyle bir kaza (!) bu nedenle 8 Temmuz 2018’de olmuştur. 8 Temmuz akşam saatlerinde bulundukları yerden helikopterle alınan ve olay yerine henüz cenazelerin çıkarılması dahi tamamlanmamışken getirilen bilirkişi heyeti dahi soruşturmayı sürdüren Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunduğu bilirkişi raporunda sorunun sistematik olduğunu, sistematik sorunlar ile ölüm ve yaralanmalar arasındaki nedensellik bağını, sonuç olarak da ölüm ve yaralanmalara ilişkin sorumluların “üst düzey” yetkililer olduğunu yazmak zorunda hissetmişlerdir.

 

Okuyucu burada bir durmalı ve derin bir soluk almalıdır. Henüz cenazeler enkazdan çıkarılmadan bilirkişilerin helikopterle getirilmesi aceleciliğinin nedeni delillerin kaybolması ihtimali değil, sözleşme hukuku gereği hattın bir an önce ulaşıma açılması ve böylece piyasa hukuku uyarınca verilecek tazminat miktarının kâr etmesi gereken şirket (!) lehine azaltılması telaşıdır. Bu acele içerisinde dahi bilirkişi heyetinin teşekkülü “noktasında” gösterilen özen okuyucuyu delirtmemelidir. Bilirkişi heyetinin iki üyesi insanlarımızın öldüğü hattın “hızlandırılmış tren hattı” olarak inşası işinin danışmanlarıdır. Okuyucu yanlış anlamadı: Danışmanı oldukları hatta yaşanan bir “kaza” ile ilgili bilirkişilik yapan ve alelacele onları görevlendiren bir soruşturma makamından söz ediyoruz. Tüm bu utanç verici ahval ve şeraite karşın bu danışman bilirkişiler dahi sorunun sistematik ve sorumluların “üst düzey” olduğunu yazmak zorunda kalmışlardır.

 

“Yazmak zorunda kalmışlardır” diyoruz çünkü bilirkişi raporunun sonuç bölümünde olması gerektiği gibi sorumluluklar ve sorumlular tek tek işaret edilememiş ancak konuya biraz hâkim kişilerin anlayabileceği biçimde bilirkişi raporunun 28. sayfasında durum kayıt altına alınmak zorunda kalınmıştır.

 

Bu danışman bilirkişiler tarafından hazırlanan bilirkişi raporunun sonuç bölümünü gerekçe gösteren ama aynı raporun 28. sayfasında yer alan saptamaları göz ardı eden Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı birisi yol bekçisi olmak üzere dört alt ve orta düzey çalışanın sanık olduğu bir iddianame düzenledi. Kendisini eleştiren gazetecilere tazminat davası açmakla meşgul soruşturma savcısı, üst düzey bürokrat (ve siyasetçiler) sanık olmadan bir yargılama yapılamayacağını söyleyenlere tefrik (ayırma) dosyasını beklemelerini salık veriyordu.

 

Evlatları, anaları, babaları, kardeşleri, eşleri için adalet arayan ailelerin kapısında dayak yediği duruşma salonundan iki örnekle özelleştirmenin, piyasa koşullarına teslim oluşun demiryolu hatlarımızı cinayet mahalline dönüştürdüğüne işaret edelim. TCDD 1. Bölge Köprüler Müdürü ünvanlı işletme fakültesi mezunu bir sanık TCDD 1. Bölge sınırları içinde 25 insanın ölümüne neden olan menfez ile tıpatıp aynı durumda üç yüzün (evet, 300) üzerinde köprü ve menfez olduğunu söyledi. Yol bekçisinin ağzından son yirmi yıl içerisinde TCDD personelinin, yerine başkaca hiçbir önlem alınmadan, azaltıldığını dinledik. O menfezin dahil olduğu alanda artık tek yol bekçisi var ve o da artık mesai saatleri dışında ve örneğin olayın olduğu gibi tatil günlerinde çalışmıyor. Menfezin altının boşaldığı yüzlerce metreden bakılsa görülecek durumda ama ona bakacak personelin istihdam edilmesi “kârlılık” istatistiklerinde eksi yazıyor!

 

Duruşma salonunda tutanaklara geçen onlarca örnekle Çorlu’nun (tıpkı Ankara Yüksek Hızlı Tren Hattı gibi) olağan cinayet şüphelisi bir menfeze, cinayet mahalline dönüştürüldüğünü, bir menfezin cinayet aletine dönüşmesinin nasıl önemsiz görüldüğünü, gelmekte olanın görülmesine karşın hiçbir önlem alınmadığını ayrıntılandırabiliriz. Bu yazının sınırları içerisinde mahkeme heyetinin görevlendirdiği bilirkişi heyetinin keşif ve incelemesi sonucunda dava dosyasına sunduğu bilirkişi raporu ile başta TCDD 1. Bölge Müdürü ama mutlaka TCDD Genel Müdürü dahil olmak üzere üst düzey sorumluların sanık olduğu bir yeni/ek iddianamenin zorunlu hale geldiğini vurgulamakla yetinelim.

 

Üst düzey bürokratlar (ve bizce başta Ulaştırma Bakanları olmak üzere siyasal sorumlular) ile ilgili yeni/ek iddianame düzenlenmeden yargılamanın devam edemeyeceği o kadar açıktır ki Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi 16.03.2021 tarihli yedinci oturumda “diğer failler” ile ilgili sürdürülen 2011/2966 Sayılı (tefrik) soruşturma dosyasının neticesinin beklenmesine karar verdi. Üst düzey bürokratlar (ve bizce siyasal sorumlular) ile ilgili iddianame düzenlemeyi yıllarca savsaklayan soruşturma savcısı Galip Yılmaz Özkurşun ile ilgili görevi ihmal gerekçesi ile suç duyurusunda bulunma talebimiz (daha önce örneğini anımsamadığımız şekilde) gereğinin yapılması için Çorlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti tarafından oybirliği ile ilgili makama gönderildi.

 

Bizzat mahkeme heyetinin ciddi gördüğü bu suç duyurusu sonrasında açılan soruşturmanın savcısı dosyadan alındı ama ne görevini ihmal eden (belki de kötüye kullanan) savcı ile ilgili suç duyurusundan ne de üst düzey kamu görevlileri ile ilgili düzenlenmek zorunda olduğu apaçık olan iddianameden haber yok.

 

25 Mayıs 2022 tarihli duruşmada aileler isyan ederek duruşma salonunu terk etti, Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı önüne yürüdü ama ne ses ne de bir nefes…

 

Çorlu Tren Katliamı kamu hizmetinin piyasa koşullarına tesliminin nasıl bir cinayet silahına dönüştüğünün laboratuvar ortamında gözlenmesidir. Biz, insanlarımızın bir kamu hizmetine erişmeye ya da haklarını kullanmaya/edinmeye çalışırken göz göre göre ölüme gönderilmelerine “sosyal cinayet” denilsin, diyoruz.

 

Türkiye demokratikleşmeli, hukuk devletini kazanmalı ve bu yolda da bu “sosyal cinayet düzenini” mutlaka aşmalıdır.

 

Görsel: @TrenKatliamı

İnsan hakları avukatı, aktivist ve Taksim Dayanışması üyesi. Aynı zamanda Sosyal Haklar Derneği yönetim kurulu üyesidir. Yargılandığı Gezi Parkı Davası’nda 18 yıl hapis cezasına çarptırılıp tutuklanmıştır.

©2021  blog.insanhaklariokulu.org.
Tüm hakları saklıdır.

web tasarım: mare.design

E-bültenimize abone olarak duyurularımızdan haberdar olabilirsiniz.

Yayınlanan yazıların içerikleri sadece yazarların sorumluluğu altındadır ve Hollanda Büyükelçiliği ve /veya KAGED’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.